Ne olur susun artık!

A -
A +

Bingöl depremi oldu ya, epeydir susan "deprem profesörlerimiz" yine ortalığa çıktı. Gazeteleri açsanız onlar, TV'leri açsanız onlar... Ağızlarından tek bir "ümit" dolu sözcük çıkmıyor. Hep felaket hep felaket... Prof. Dr. Celal Şengör'ü dinliyorsunuz: "İstanbul topun ağzına geldi. 7.6 şiddetinde bir deprem olacak ve 1.5 dakika sürecek." Prof. Dr. Naci Görür'ü dinliyorsunuz: "Marmara'da deprem olma ihtimali eskiye nazaranla daha da arttı." Depremle ilgili kimi dinleseniz aynı sözler... Aslında komik de bir durum... Türkiye'nin herhangi bir yerinde deprem olacağını söylemek için illâ bilim adamı olmaya falan gerek yok ki... Türkiye zaten bir deprem ülkesi ve faylar üzerinde kurulu... Madem o kadar biliyorsunuz bari tarihini de söyleyin. Halkı bu kadar galeyana getirmenin, korku içerisinde yaşatmanın ne gereği var? Eğer depremle ilgili çok ciddi bulgularınız varsa, gidersiniz bunu devletin ilgili birimlerine ulaştırırsınız, gerekli tedbirlerin alınması için onları göreve davet edersiniz. Bu demeçler yüzünden millet, oturduğu koltuk sallansa "deprem oldu" zannediyor. Geçen gün bir arkadaşın arabasındaydım, dizimi sallıyordum. Hemen sağa çekti. "Ne oldu?" dedim. "Araba sallandı, mutlaka deprem oldu" dedi. Dışarı çıktı sordu soruşturdu, deprem falan olmamıştı. "Korkma ya!" dedim, "Ben dizimi sallıyordum belki onun etkisidir." Derin bir "oh" çekip yola devam etti. İşte çok bilir profesörlerimizin peş peşe verdikleri demeçler sonrası halk bu hale geldi. Sayenizde halk tam anlamıyla AGD pozisyonlarında yaşıyor artık... Evinde oturamaz, yatamaz hatta arabasında bile dolaşamaz oldu. Hatırlıyorum komşumuz Yunanistan'da bir profesör, "Yunanistan'da çok büyük deprem olacak" diye internete bir bilgi sızdırmıştı da ülkede kıyamet kopmuştu. "Böyle bir bilgi nasıl uluorta açıklanır" diye halk isyan etmiş, profesör de gününü görmüştü. Bizim ülkemizde bu profesörler susmayacağına göre, çaresini biz söyleyelim: TV'lerde deprem görüntüleri en fazla 1 dakika ile sınırlandırılsın, bu kişilere konuşma yasağı getirilsin ve "Bir bildiğiniz varsa gelin bize söyleyin, devlet olarak biz çaresine bakalım" denilsin. Yazılı basın da artık bu tür felaket haberlerine çanak tutmaktan vazgeçsin. Yoksa millet ölmeden mezara girecek. Kim bu içimizdeki CIA'cı? Komplo teorileri yapar mısınız hiç? Ben yaparım ve çok da severim. Bir tür akıl jimnastiğidir. Sonuçta haklı çıkınca da mutlu olurum. Eskiden de yapardım ama bir kaç yıl önce Yalçın Küçük'ün "isim bilime" dayalı "Tekelistan" kitabını okuduktan sonra iyice komplocu olup çıktım. Epeydir birini kurcalayıp duruyordum. Son zamanlarda bazı köşe yazarlarının da bu kişi hakkında yazdıklarını okuyunca, iyice kıllandım. Çünkü bu kişi; 12 Eylül gibi bir ihtilal görmesine rağmen yerinden oynatılamayan bir isimdi. Son 30 yılda ihtilaller, muhtıralar, çeşit çeşit iktidarlar gelip geçmişti ama ona bir şey olmamıştı. Hatta Özal gibi bir adam bile ona dokunamamıştı. Bir gün onun yakın çevresinde bulunanlardan birinden bu kişinin "sabetay" olduğunu öğrendim. Bu benim de bir öngörümdü ama bunu onun yakın çevresindeki birinden öğrenmek daha başkaydı. Bana bu bilgiyi veren kişi, istihbarat yönü hayli güçlü bir kişiydi. Benim gibi sıradan biri bile bunu öngörebiliyorsa, onun gibi çeşitli raporlar ve araştırmalar içerisinde olan istihbaratçı bir kişinin ".... sabetaydır" demesi ve benim de buna inanmam gayet normaldi. Hatta o sohbetimizde bana şunu da söylemişti: "Onun görevi, beyni boş bir Türk nesli yetiştirmektir. Ha söyleyeyim, adı sanı Türk'tür ama aslında Türk de değildir." Sonra bazı uygulamalara baktım hakikaten dediği doğruydu. Vatanını, milletini, değerlerini bilmeyen, ülkesine de hiç bir faydası olmayacak bir nesil yetişiyordu. Bu konuşmamızın üzerinden aylar geçti. Bu istihbaratçı dostumla, geçenlerde bir akşam yemeğinde buluştuk. "Hatırladın mı, sen bana şu kişi hakkında böyle böyle demiştin. Bu günlerde bazı köşe yazarları o kişi hakkında senin söylediklerinin aynısını yazıyor" dedim. "Vallahi ben anlatmadım" diye kendini savundu dostum. Sonra, "Sana, o kişi hakkında, onların bilmediği başka bir şey söyleyeyim mi? Nasıl olsa yakında duyarsın sen de..." diye beni iyice meraklandıran bir konuyu açtı ve ekledi: "Ama yok. Sen delisindir, yazarsın. Sonra başın belaya girer." "Söz" dedim. Vereceği bilgiyi o kişinin adını kullanmadan yazacağıma dair kendisini inandırdım. Başladı anlatmaya: "Türkiye'nin her yerinde CIA ajanları vardır. Ummadığın yerlerde... Bizimkilerden bile daha çokturlar neredeyse... Peki CIA'nın Türkiye şubesinin başındaki ismin işte o kişi olduğunu biliyor musun?" Vay be, dedim kendi kendime. Türk gençliğini mahvetmeye çalışan ama aslında Türk olmayan bir Türk vatandaşı, üstelik sabetay, üstelik de CIA ajanı hatta şefi... Diyorsunuz ki; peki bu kişi kim? Söz verdim, söylemem. Ama yani; bu kadar ipucu sıraladım. Artık onu da siz bulun... Cem Uzan'ı anlamak... 3 Kasım öncesi yaptığı konuşmalar ve düzenlediği konserli-mitinglerle Türkiye'nin 3. partisi olma hakkı kazanan GP lideri Cem Uzan ile o konuşmaların sahibi ve bu günlerde gazetelere verdiği ilanlardaki Cem Uzan arasında dağlar kadar fark olduğunu görüyorum. 3 Kasım öncesi yine bu köşeden "alkışlamış" biri olarak, Uzan'ı bugün içine düştüğü çelişkiler yumağında görünce şaşırıyorum. Henüz siyaset yolunun başında olan bir liderin yaptıklarını anlamakta güçlük çekiyorum. Nitekim, Uzan, bu günlerde gazetelerde çarşaf çarşaf "GP manifestosu" yayınlıyor. Uzan, maddeler sıralıyor ve GP önderliğinde nasıl bir Türkiye vaat ettiğini anlatıyor. Ama Cem Uzan'ın dediği ile yaptığı birbirini tutmuyor. Dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın, misali... Örneğin o "manifestosu"nun bir maddesinde, "Bütün vatandaşlarını din, dil, mezhep, ırk, medeni hal, siyasi tercih, gelir ve yerleşim özelliklerine bakmaksızın eşit kabul eden bir Türkiye" diyor. Ama, bunu söyleyen Cem Uzan, TBMM'deki 23 Nisan resepsiyonuna katılmayarak, "ayrımcılık" ikilemine düşüyor. Başörtüsünü öne sürüyor, protesto ediyor. Hatta, hükümetin politikalarını öne sürüyor, hükümetle alâkası olmayan 23 Nisan'ı görmezden geliyor, TBMM'deki kutlamaya katılmıyor... "Burası Atatürk'ün millete hediyesidir. Başında dün Ahmet vardı, bugün Mehmet var, yarın Hüseyin olur" demesi gerekirken, tıpkı Deniz Baykal'ın yaptığı gibi TBMM'yi kişilere ve siyasete endekslediğinin, bunun da; bir gün kendisi iktidar olduğunda ne sonuçlar doğuracağının farkına varmıyor. Sonra, "AKP, halkın dinî duygularını suiistimal ederek oy topladı, dini bir araç olarak kullandı" diyor. Peki Sayın Cem Uzan, miting meydanlarında hangi duyguları öne sürerek halktan oy istediğini unutuyor mu? Meydanlardaki sözler ile "manifestosu"ndaki cümleler arasında niye bu kadar çelişkiler ortaya koyuyor? Yoksa o da Türkiye'nin gerçeklerine ve siyasetin çarkına mı alışıyor? 3 Kasım öncesi "siyaseti bilmeyen lider" tavrıyla halka söylediği güzel ve cesur sözler, şimdi siyasetin içerisine girince ve bazı gerçekleri görünce yerini 'popülizme dayalı' siyasete mi bırakıyor? Hükümetin atamalarını eleştiren Cem Uzan, acaba, "Siz iktidar olduğunuzda tek başınıza mı çalışacaksınız?" sorusuna ne cevap verebiliyor? Daha da acısı; Cem Uzan, GP'nin, halkın gözünde yavaş yavaş "pire için yorgan yakan" CHP ile aynı statüde bir parti sınıfına sokulduğunun farkına varabiliyor mu? Marifet, "kişiye özel ve bazılarının hoşlanacağı manifesto" yayınlamak değil, marifet; "Halkın manifestosu nedir?" onu anlayabilmek... Bütün mesele burada...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.