Tek kurşun bile atmadan savaşı kaybetmek...

A -
A +

Birinci Körfez Savaşı'nı tribünden izledik... Bu yüzden; PKK, Kuzey Irak'ta konuşlandı, palazlandı ve yıllarca savaşın en kralını biz kendi topraklarımızda yaşadık. İkinci Körfez Savaşı bitti bitecek, biz hâlâ tribündeyiz... Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti, dünyaya resmen ilan edilerek kuruluyor. Hatta PKK bölgede yeniden "bitlenme"ye çalışıyor. Ve yine seyrediyoruz. Acı ama gerçek: Ankara baştan beri resmen uyudu. Her şeyiyle uyudu... Savaş bas bas bağırıp "Ben geliyorum" derken Ankara, kalktı bakanlarını Bağdat'a gönderdi. ABD şimdi "Suriye'yi de vuracağım" diyor, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, sanki inadına, "Ben Suriye'ye gidiyorum" diye açıklama yapıyor. Bu nasıl diplomasi bu nasıl manevra, anlamak mümkün değil... Kerkük istila ediliyor, böyle bir durumda "başını kaşıyacak" vakti olmaması gereken Gül, TV'lere çıkıp demeçler veriyor. İtiraf edelim; hükümet üyeleri, cumhurbaşkanı ve CHP liderinin gazına gelip bir tezkereyi çıkaramadı. Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, o konuşmayı tezkereden önce yapsaydı durum böyle mi olurdu acaba? Ve Ankara, Saddam ile Irak halkını birbirinden ayırmayı başaramadı. Sergilediği tavırla dünyada adımız "Saddam'ın dostu olan ülke"ye çıktı. Biz K. Irak'ı boş bıraktık, başıboş kalan binlerce Peşmerge de, ellerini kollarını sallayarak Musul ve Kerkük'ü istila etti. Evet; maçı ABD ve Peşmergeler oynarken biz tribünden seyrettik. Artık sahaya girmeye çalışırsak da göreceğimiz "kırmızı kart"tır. İş olmuş bitmiş Ankara, şimdi bölgeye gözlemci gönderiyor. Merak ediyorum; bu tim şu saatten sonra oraya ne yapmaya gidiyor? Yüzyıllardır kandaşlarımızın yaşadığı Musul ve Kerkük'e bakın... Peşmergeler'in elinde oyuncak haline geldi. Bir girip bir çıkıyorlar. Türklüğe ait ne kadar tapu kayıtları, nüfus belgeleri varsa yok ettiler. Ankara ise, "Bu tür yağmalar Irak'ın her yerinde var" diyor, ama Kerkük'teki olayın bizim açımızdan ne kadar önemli olduğunu farketmiyor bile... Peki öyleyse aylar boyunca niye "Kerkük ve Musul bizim için savaş sebebidir" diye açıklamalar yaptınız? Sorarım size: Yarın Irak yeniden yapılandırılırken oradaki Türkmenler, yüzyıllardır Musul ve Kerkük'te yaşadıklarını nasıl ispat edecekler? Bu saatten sonra Peşmergeler Kerkük'ü boşaltsa ne olur boşaltmasa ne olur? Tek kurşun atmadan savaşı kaybetmek, dedikleri, herhalde bu olsa gerek!.. Bağdat'ta balayı bitti Yeni Irak'ın müstakbel "Enformasyon Bakanı" CIA eski Başkanı Wollsey, Irak savaşını "4. Dünya Savaşı" olarak yorumlamış. Bu savaşın uzun yıllar süreceğini söylüyor. Evet, CIA'cı beyimiz haklı... Bu savaş uzun yıllar sürecek... Çünkü Amerika, kendi sermayedarlarına "ekmek parası" çıksın, diye, Saddam'ı bahane edip Irak'ı yaktı yıktı. Askeri hedefleri bahane gösterdi ama sivillerin yaşadığı evleri havaya uçurdu... 2 yaşında çocuk öldürdü, kadın öldürdü, 70 yaşındaki ihtiyarları öldürdü. Ve kalplerdeki insanlığı öldürdü. 11 Eylül'den sonra kendisine duyulan "acıma" duygusu ve "sempati"yi yok etti. Amerika, nasıl bir batağa saplandığını ileride görecek. Görecek çünkü NTV'de ağlayarak konuşan Iraklı bir kadın bunları söylüyor: "Amerika her şeyimizi yakıp yıktı. Evlerimiz yok artık. Çocuklarımız da, kocalarımız da... Buna ne gerek vardı? Bizden daha ne istiyorlar? Bu mu bize getirdikleri özgürlük? Bir tek Saddam için bunlara değer miydi? Bizi yeni bir Filistin mi yapacaklar? Bunu mu istiyorlar?" Saddam'ın devrilmesi ile "özgürlük" sarhoşluğuna kapılan Iraklılar, Amerikalılar'la baş başa kalınca "özgürleştirme harekâtı"nın aslında bir masal olduğunu anlıyor artık... Bakın, Bağdat'ta hemen her gün 3-5 tane, "kurtarıcı" diye çiçeklerle karşılanan Amerikan askeri öldürülüyor; ya sokak arasından atılan tek kurşunla ya da çatışmalarda... Evet, Bağdat'ta balayı bitti, ama... Bu şarkı burada bitmeyecek... Ali Tandoğan'ı asalım daha iyi Beşiktaş-Denizlispor maçında Denizlili Ali Tandoğan'ın bir kafa ile Beşiktaşlı İbrahim Üzülmez'i sakatlaması ve İbrahim'in 1 ay sahalardan uzak kalmasının ardından yaşanılan olaylar çok düşündürücü... Ali, İbrahim'i ziyaret edip özür dilemek istiyor ama Ali'nin anlattığına göre, Beşiktaş yönetimi kendisine engel oluyor. Gazetelere verdiği demeçlerden öğrendiğimiz böyle... Ali Tandoğan'a, kameraların ve hakemlerin bile görmediği bir olay yüzünden 4 maç ceza veriliyor. İbrahim "Ben affettim" diye bağırıyor ama Beşiktaş yönetimi 4 maçlık cezadan memnun kalmamış olmalı ki, Ali'yi bir türlü affetmiyor. Bir de Beşiktaşlı yöneticilerde bu sene bir hastalık başgösterdi: Kaybettikleri her puan sonrası hakemleri suçluyorlar! Ama nedense bu hakemler sayesinde şu anda liderlik koltuğunda oturduklarını unutuveriyorlar. Beşiktaşlı yönetici Sinan Engin her ağzını açtığında hakemleri şikayet ediyor, "Rakipler bize karşı sert oynuyor" diyor ve şampiyonluk yarışındaki rakibi Galatasaray'a üstü kapalı mesajlar veriyor. Ondan sonra kalkıp, "Seyircimiz, kendi sahamızda oynayacağımız Galatasaray maçında sakin olmalı ve taşkınlık yapmamalı" diye açıklama yapıyor. Siz Beşiktaş seyircisi olsanız, Sinan Engin'in hangi sözüne göre hareket edersiniz? Sözü yine Ali Tandoğan olayına getirelim ve Futbol Federasyonu'na, Beşiktaş yönetimini sakinleştirecek bir tavsiye verelim: Ali Tandoğan'a 4 maç ceza yetmez. Asalım Ali'yi... Ki, ileride Beşiktaşlı bir futbolcuya hareket yapmayı düşünen rakip futbolculara ibret olsun ve başına neler geleceğini görsün... Lütfen sakin olalım beyler! Sahadaki de tribündeki de bizim insanımız; bunların arasına atılan kin tohumlarını temizlemek yerine daha da yeşertmeyelim... Topal ördekle suya girilmez! AKP'nin ekonomide ısrarla "kadrolaşma" hareketi gayet normal... Kendi bürokratları ile çalışmak istiyorlar; ki, bu son derece doğal, hatta hakları... Anadolu'da böyle durumları anlatan çok güzel bir söz vardır, yine bu söz de AKP'yi haklı çıkarıyor: "Huyunu bilmediğin eşeğe binmeyeceksin." (Bunu genelde akraba evliliği yapan ve neden akraba kızı aldın, diye soranlara cevap olarak söylerler.) Ne var ki, bürokrat atamaları yapılırken, yine bir "başıboşluk" gözlerden kaçmıyor. Dün "Türkiye'yi düze çıkaracağız" vaatleri bugün "gönüllü bağış" adı altında "halktan para dilenmeye" kadar gelmişken, ekonominin üst düzeyinde yaşanan krizler "devlete olan güveni" iyice sarsmaya ve piyasaları da allak bullak etmeye devam ediyor. Bunun en belirgin özelliği Devlet Bakanı Ali Babacan'ın bakanlığında yaşanıyor. Babacan'ın kendi bakanlığında baştan beri bir kadrolaşma harekâtı yürüttüğünü bilmeyen yok. Ama üslubun bir türlü tutturulamadığı da belli oluyor. Örneğin, Hazine Müsteşarı Faik Öztrak'ı görevden alma çabaları içerisinde olan Babacan'ın bu ismin yerine Mesut Pektaş'ı atamak istediğini, ama perde arkasında kimin bu operasyondan sorumlu olduğunu sağır sultan da biliyor. Ama Babacan'ın ve ona akıl verenlerin hatası şurada yatmaktadır: Öztrak madem ki görevden alınacak bir bürokrattır. Böyle, makamında günleri sayılı olan görevlilere, Amerika'da 'topal ördek' derler... Yani ha gitti ha gidecek... Bu tür kişilere son günlerinde önemli görevler verilmez, işler gördürülmez. Mümkünse 'teşekkür mahiyetinde' toplantılar, davetler düzenlenir ve kendisine bu yolla teşekkür edilir. Ama hataya bakın ki siz; durum böyleyken Babacan, Öztrak'ı Türkiye için kritik olan Washington'daki IMF-Dünya Bankası Bahar Toplantıları'na göndermek istemiştir. Şimdi siz IMF'li bir yetkili olsanız; böyle bir durumda karşınıza gelen Faik Öztrak'a "Git kardeşim, sen bugün var yarın yoksun. Seninle neyi görüşeceğim?" demez misiniz? Yani ben sana milyarlarca dolar teslim edeceğim ama sen üç gün sonra yerinde yoksun. Netice itibariyle zaten Öztrak da bunu kabul etmedi, Babacan da Öztrak'sız gitti ABD'ye... Soruyorum: IMF bu Türkiye'ye nasıl güvensin? Piyasalar bu yönetime nasıl güvensin? Lütfen, üsluba biraz dikkat beyler!.. Irak savaşını kaybettik bari ekonomik savaşı kaybetmeyelim...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.