Pırlanta olsa ne fayda?

A -
A +

Sa'dî Şîrâzî hazretlerinden kıssalar: Basra cevâhircilerinin toplantısında birisi anlatıyordu: "Bir zaman çölde yolumu kaybetmiştim. Yanımda yiyecek diye bir şey kalmamıştı. Ölmeyi gönlüme koyduğum sırada ansızın inci dolu bir kese buldum. Bunu, kavrulmuş buğday sandığım andaki zevki ve sevinci, inci olduğunu öğrenince de duyduğum acıyı ve yeisi hiç unutamam." Kuru çöllerde, kumların ortasında susuzun ağzında inci olmuş, sedef olmuş, ne çıkar? İdâm edilen adamın kemerinde ha altın bulunmuş, ha saksı kırığı. Ne fayda? Bir mürid, pîrine, "Onun bunun ziyâretime çok gelmelerinden zahmet çekiyorum. Kıymetli vakitlerim bu gelip gitmelerle perişan oluyor. Ne yapayım?" dedi. Pîr cevap verdi: "Yoksul olanlarına borç verirsin; zengin olanlarından da birşey istersin. Bir daha etrafında dolaşmazlar." Toplantılarımızda şakacı, güler yüzlü, tatlı dilli bir genç bulunuyordu. Gönlü hiç gamlanmaz, dudakları tebessümden kavuşmazdı. Aradan bir süre geçti. Onunla karşılaşmak nasîb olmadı. Daha sonra kendisini gördüm; evlenmiş, çocukları olmuş, neşesinin kökü kesilmiş, hevesinin gülü solmuş... "Bu ne hâl?" diye sordum. "Çoluk çocuğa karıştığımdan beri çocukluk etmedim" dedi. İhtiyarlık uzun saçlarımı ağarttı. Zamanın değişmesi beni korkutmaya yetiyor. Yine de bu heves ne? Mademki ihtiyar oldun, vazgeç çocukluktan. Oyunu, zarâfeti gençlere bırak. Bir kocakarı, saçını siyaha boyamıştı. "Nineciğim, dedim, farzet ki boya ile saçın karardı, ama bu kambur bel doğrulmaz ki..." *** Arap hükümdarlarından birine Leylâ ile Mecnûn'un hikâyesini anlattılar. "Bunca fazîletine, belâgatine rağmen çöllere dalmış, irâdesinin dizginini elinden kaptırmış!.." diye Mecnûn'un perişanlığını sayıp döktüler. Hükümdar, Mecnûn'u huzûruna getirtti: "İnsanlık şerefinde ne kusûr gördün de hayvan tabiatına girip insanca yaşamayı terkettin" diye, onu kınamaya başladı. Mecnûn inledi, cevap verdi: "Nice gerçek dostlarım, Leylâ'yı sevdim diye beni kınadılar. Ama onu bir gün görmüş olsalar, bana hak verirlerdi." Hükümdarın gönlüne Leylâ'yı görme arzûsu geldi. Bunca fitneye sebep olan güzelliği bilmek istiyordu. Kızı bulmalarını emretti. Adamları, Arap kabîlelerini dolaştılar. Leylâ'yı ele geçirdiler. Saraya getirip hükümdarın karşısında durdurdular. Hükümdar onun şekline baktı, kara yağız, zayıf endamlı bir kızdı. Leylâ, gözüne hakîr göründü. Kayda değer bir güzelliği yoktu. Mecnûn, hükümdarın gönlünden geçenleri kavradı: - Hükümdarım dedi, Leylâ'ya Mecnûn'un gözü ile bakmalısın ki ancak o zaman eşsiz güzelliğini farkedersin. *** Bir hükümdar hiddetlenip günâhsız birinin öldürülmesini emretmişti. Adamcağız: - Bana hiddet edip de kendi azâbını isteme hükümdarım, dedi. Hükümdar "Nasıl?" diye sorunca şu cevabı verdi: - Benden bu elem, acı bir anda geçer ama, sen bunun günâhını ebedî çekersin. Hükümdar düşündü, adamın söylediklerini doğru buldu. Onu öldürme sevdâsından vazgeçti.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.