Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Daha önce de bir defa yazmıştım; "İlginç bir futbol yorumcusu ile karşı karşıyayız!.." "Çarşamba günkü yazısında" bakın neler yazıyor: "...Kendi sahanızda oynuyorsunuz, mutlaka organize olup gol atmanız lâzım, ancak topu göremiyorsunuz bile. Sonuç sinirlerinizin bozulması ve oyunun kontrolünü kaybetmenizdir. Ama burada Bologna takımının çok büyük bir özelliği ortaya çıktı. Sinirlerini harika denetlediler ve aptalca kart görmediler. Michelle Paramatti''nin yerde yatan Hasan Şaş''ın bacağına vahşice basması dışında kendi açılarından aptallık yapmadılar. Bunu da şanslarına İngiliz Hakem tesbit edemedi. Gördükleri tüm sarı kartlar oyun gereği idi. Yaptıkları faullerin tamamı, gelişen G.Saray ataklarını engellemek amacını taşıyordu. Bu açıdan Bologna takımının çelikten sinirleri, G.Saray''a örnek olmalıdır. Avrupa''da pişmenin ne kadar önemli olduğu hep söylenir. Bologna''daki maçta, rakibin psikolojik olgunluğu, G.Saray''ın edineceği en önemli tecrübedir. Her maçta olur olmaz kart gören G.Saraylı oyuncuların bu anlamda Bolognalı meslekdaşlarından alacağı büyük dersler var." Buyrun bakalım, G.Saray''ın en büyük eksiğini, Hakan''ların, K.Hakan''ların, Okan''ların, Emre''lerin, Tugay''ların ve diğerlerinin "maçlarda gördükleri çok gereksiz kartları ve bu kartlar sebebiyle oynayamadıkları için G.Saray''a neler kaybettirdiklerini," Bologna maçını örnek göstererek ve "Bologna''yı bölgesine analiz ederek," maçtan sonra da, bugüne kadar ki zamanda da kim yazdı, kim yazabildi? 50''şer, 60''şar, 70''şer defa "milli oldukları," şu veya bu takımlara "hocalık yaptıkları" için "futbolu biz biliriz" diyenlerden kaçı "böyle önemli bir konuya, böylesine net bir yorum getirdi?" Acaba diyorum; "Yukarıdaki satırların yazarı Ömer Ural, 100 defa milli olmuş ve çalıştırdığı takımlara defalarca şampiyonluklar getirmiş bir eski futbolcu, bir eski teknik adam" da ben mi tanımıyorum? Teşekkürler Ural, "futbol ufkumda yeni bir pencere açtın!." "Sadece" kendi takımlarımızın değil "rakip takımların da psikolojik durumlarını anlamak ve bu durumun maça yansımasıyla nelerin olduğunu ya da olmadığını görebilmek!." "Psiko-futbolun yansımalarından" dersler çıkarabilmek ve "bu dersleri Türk futbolcularına gösterebilmek!." Sahi, kimdir bu Ömer Ural, bir bilen, bir gören var mı? FARK NEREDE? Neden Galatasaray "farklı" futbol oynuyor? Neden "uzun sürede" başarılı oluyor? Neden "Avrupa standartlarına" ulaştı? "Bana göre" bunun sadece ve sadece "tek sebebi var!." Galatasaraylı futbolcular biliyorlar ki, "başarısızlıklarının, maç kaybetmelerinin performanslarındaki çizginin aşağıya doğru inmesinin, kupalardan elenmenin, ligi tehlikeye atmalarının mazeretini" hiçbir zaman "dışarıda arayamazlar!." Hakemler kötü olabilir!. Gollerini saymayabilir!.. Ofsayttan gol yiyebilirler!. Penaltıları verilmeyebilir!. Para ödemeleri aksayabilir!. Şu veya bu futbolcu sakatlanabilir!. Yönetimle teknik adamlar arasında sürtüşme olabilir!. Fedarasyonu, Merkez Hakem Komitesi, medya, başka kulüplerin başkan ve yöneticileri "üzerlerine gelebilir!." Özel hayatlarında krizler, dalgalanmalar bulunabilir!. Havalar sıcak ya da soğuk, sahalar kötü ya da sert olabilir!. "Bütün bu ahval ve şerait içinde dahi", Galatasaraylı futbolcuların görevi, "kazanmak için sonuna kadar mücadele etmek, savaşmaktır!." Galatasayalı futbolcular biliyorlar ki, "saha dışı bütün mazeretler", Galatasay Teknik Direktörü Fatih Terim için "geçerli değildir!." Terim, medyaya "aksi yönde açıklamalar yapsa dahi", içe dönük uygulamaları "futbolcuları daima ve daima yukarıda anlattığım çizgide tutacak yöndedir!." Dördüncü yılın sonunda gelinen bu nokta, Galatasaray''ın diğer Türk takımlarına olan "en bariz ve görünen üstünlüğüdür!." Diğer takımlara bir bakınız!. Özellikle Fenerbahçe''ye .. Sonra Trabzonspor''a ya da Beşiktaş''a!.. Futbolcular "3''er adımdan boş kaleye golleri atamazlar!.. Defans inanılmaz hatalar yapar, hatta kaleciler bile hata yarışında sıraya girer!." Bunların sonucu "ardarda kötü sonuçlar alınır!." "Her maçta olabilecek, olması mümkün ve de olan bir - iki hakem hatası bahane edilerek", kıyamet koparalır!. Ne hakem kalır, ne Merkez Hakem Komitesi, ne de Federasyon!. Futbolcuların yaptıkları ise, yanlarına kâr kalır!. Mağlubiyetlere sebep bellidir; ya hakemler, ya Merkez Hakem Komitesi, ya Galatasaray, ya da Fenerbahçe''ye karşı aslan kesilen rakipler!. "Bu hava içinde" futbolcular yayıldıkça yayılır!. "İçlerinde koşan" ya da "işi ciddiye alan" sayısı giderek azalır!. Zira Ali Şen amcalarının "En büyük Fener, en büyük futbolcular Fener''de sözüne kanarak", başarısızlıkların sorumluluğunu "hiç üzerlerine almazlar!." Yöneticiler de, başkanlar da "onlara toz kondurmadığı için", işte yıllardır "böyle gelmiş böyle gider!." 10 kişi kalan Galatasaray, nerede ise 20 kişilik koşarken, 11 kişilik Fenerbahçe''ler, Beşiktaş''lar, Trabzonspor''lar "6 kişilik bile koşmazlar", koşamazlar!. Zeman gibi bir hoca gelir!. Daha "ilk maçları seyrettiğinde" ve "ilk idmana çıktığında" durumu görür ve kavrar!. "Bu takım hiç idman yapmamış, hiç disipline edilmemiş" der!. Fenerbahçe''nin "futbol standardı olarak, Galatasaray''ın yanına gelmesini sağlayacak en büyük eksiği görür"; bunun için "ilk ciddi adımları atar!. F.Bahçe camiasında ve medyasında kıyamet kopar; "Vay efendim, Sergen nasıl istediği gibi oynamaz? Nasıl yedek oturur?" "Futbolcuya dayalı düzenin," ondan da öte "yıldız kaprislerine devamlı boyun eğen düzenin" en büyük takımları bile ne hallere düşürdüğü ortadadır!. "Real Madrid''i yerlerde süründüren yıldızlar," böyle bir düzeni yıkmak isteyen ve "kalsa yıkacak olan" Toshack''ın da başını yemişlerdir!. Real ise hâlâ "en zayıf takımlara yenilmekten" kurtulamamaktadır! Hiç unutmak mümkün değil!. Baliç''e santrada ve taç çizgisi yanında bir faul yapılmış, hakem atlamış!. Aradan "en az 5-6 pozisyon geçmiş ve F.Bahçe gol yemiş!." Kıyamet kopmuştu; "Hakem o faulü verse gol olmayacaktı" diye... Kimse de "Yahu 5-6 pozisyon sonra gol oldu, hadi hakem o faulü vermemekte hatalı... Ama ya F.Bahçe defansının kaleci dahil bu golü yemek için yaptığı üst üste hatalar?" dememişti!. "Böylesine korunan ve kollanan futbolcularla," başarıya ulaşmak nasıl kolay olacak? İşte, fark burada!. Ve "futbolcuları ne kadar hatalı olsalar, ne kadar kötü oynasalar dahi koruyan ve kollayan, başarısızlıkların sebeplerini dışarıda arayan zihniyet değişmedikçe, Türkiye''de "Avrupa standartlarında futbol oynayan" bir başka Türk takımı herhalde "yakın bir gelecekte" olmayacak!. "Bu kafalarla," hiç şüphemiz olmasın ki, "anneannelerimizin ligi bize yeter de artar, bile!." İRLANDALILAR KİM? Milli Takım Teknik Direktörü Mustafa Denizli ile sevgili Hıncal Uluç, "bunca olaydan sonra", sanki "hiçbir şey olmamış gibi" bir araya gelip, kucaklaşınca, mesele "başka bir zemine kaydı!." Otobüste tezahürat yapan oyuncular kimdi? Tugay da "gelip" böyle bir olaya hiç bir zaman karışmadığını ve de karışmayacağını söylediğine göre, geriye kimler kaldı, onu "Haberi yazan ve kamuoyuna duyuran" sevgili Hasan Sarıçiçek''e sormaktan başka çaremiz kalmadı!. Ama, "işin o tarafı" birkaç kendini bilmez futbolcunun hezeyanı!." Sevgili Hıncal "affettiğine göre" bize söyleyecek fazla bir şey kalmıyor!. Ne var ki, "şimdi" başka önemli bir soru var: "Peki ama, bu İrlandalılar kim?" Herkes "Hıncal Uluç ve onun gibi Denizli''yi eleştiren birkaç spor yazarı sanıyordu!." Denizli "Hıncal''ı kastetmedim" dedi!. "En ağır eleştiren Hıncal Uluç olduğuna göre", demek ki, "İrlandalılar yakıştırması" spor yazarları için yapılmamıştı!. Öyleyse? Şimdi ben Denizli''ye soruyorum: "Yoksa bu yakıştırmayı, Futbol Federasyonu içinde bir türlü yıldızının barışmadığı bazı yöneticiler ve teknik adamlar için mi yaptın?" Ben "öyle zannetmeye başladım!." Hatta "ne zannetmesi", buna inanıyorum!. Söyler misin, yoksa yanılıyor muyum? Hakkıdır!.. Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu (İFFHS) ''nun "1999''da Dünyanın en iyi kulüp teknik direktörleri yarışmasında" aday listesine aldığı "30 teknik adamın içinde" Fatih Terim''in de bulunması, Türkiye için "yüzakı", Türk teknik adamları için de büyük bir onurdur!. Terim "4 yıllık çizgisi ile" bu adaylığı hak etti!. Daha öne de, "zamanın spor bakanı" Yücel Seçkiner, Terim''e "Devlet spor adamı" payesini vermek için harekete geçmiş, "çok kişi karşı çıktığından" gerisi getirilememişti!. O zaman da yazmıştım; "Verilmelidir!." diye... Bunun iki sebebi vardı; "Fatih haketmişti bir, bu yol spor adamları, teknik adamlar için açılmalıydı iki..." "Devlet sanatçısı" oluyordu da, "devlet sporcusu" neden olmasındı? Bize "Terim düşmanları" diyenlerin çoğu "bu ünvana karşı çıktı" ve Türk sporuna "büyük teşvik getirecek bu yol açılamadan, kapandı!." Bazıları, "başkalarını kendileri gibi zannediyor!." "Eleştirdin mi, doğru bildiklerini yazdın mı, düşmansın!." "Eleştirdiğini, doğru ve güzel şeyler yaptığını görünce alkışlıyorsan, döneksin!." Bu nasıl bir mantelitedir, anlamak mümkün değil!. "Hakettiği alkışı da vermek, hakettiği eleştiriyi de yapmak", işin doğrusu değil mi? Ayrıca, "Toshack da kimmiş?" diyenlere bir cümlelik cevap: "30 aday arasında galiba onun da adı var!." Sebep basit!.. Herkeste bir merak, bir merak!. Hatta mahkemeler bile kuruluyor!. "Efendim, kendi takımlarında iyi oynamayan, hatta dökülen oyuncular, milli takımda nasıl döktürüyor, nasıl iyi oynuyor, nasıl harika görüntüler veriyor?" Milli Takım Teknik Direktörü Mustafa Denizli de (Hastalığına çok üzüldüm, Büyük geçmiş olsun. Kendine iyi baksın, üzülmesin ve bir an önce sağlığına kavuşsun), bu tartışmalara "kıs kıs gülüyor!." Halbuki arada bir "satır aralarında" gerçeği söylüyor ama, duyan ve anlayan kim? "Biz... Sinerji... Gizli kalmış, birikmiş... Biz... Sinerjiyi ortaya çıkarıyoruz... Biz... Futbolcularım..." Bir kulüp takımı, "ligdi, kupaydı, hazırlıktı, Avrupa maçlarıydı" derken yılda ortalama "60 maç oynar!." Futbolcu, "eğer kulüp takımında gözde olmak istiyorsa", bu maçların en az 30''unda "iyi olmak zorundadır!." En az 50''sinde de, kötü olmamak durumundadır!. Bu "zor bir iştir!." Fedakârlık ister, çalışma ister, azim ister, irade ister, ister de ister!. İşte Hakan''ın durumu!. "Bazı futbolcular" kaytarıcıdır, çalışmayı sevmez, fedakârlık etmez, özel hayatları zigzaglıdır, futbolla birlikte yaşamada irade zafiyeti gösterirler!. İşte bunlar, "60 maçlık kulüp takımları yerine", çok çok "hazırlıkları dahil 8-10 maçlık" milli takımları severler, hem de çok severler! Sergen gibi!. Denizli de "kendine göre" haklıdır, Zeman da!. "Durmuş olan saat bile" günde iki defa "doğru zamanı gösterir!." Zeman "tıkır tıkır işleyen bir saat istiyor!." Denizli ise "duran saatin doğru gösterdiği iki zamandan yararlanıyor!." Ve de, "futbol ûlemamız" haftalardır "elmalarla, armutları toplamak, çıkarmak, bölmek gibi" son derece "yanlış" bir işle uğraşıp duruyor!. Benim fikrim ise şu: "Etik olarak, Denizli doğru bir iş yapmıyor!." Ligdeki "başarılı bir çok teknik adamı" çiğneyip duruyor!. "Kulüp disiplini" tamamen erozyona uğruyor!. İşte Ali Eren örneği!. İşte Sergen örneği!.. Olan da Beşiktaş''a, Fenerbahçe''ye oluyor!. Nasıl inanalım? "Ortaya yapay kahramanlar çıkarmayalım!." Bu sözler, Galatasaray Başkanı Faruk Süren''e ait!. Kimin için söylüyor? "Yıllarca beraber, aynı yönetimde çalıştığı Adnan Polat için!." Şu hazımsızlığa, şu komplekse bakın!. Ne olmuş? Erman Toroğlu demiş ki: "Galatasaraylı Emre''yi Adnan Polat buldu!." Süren de "çok önemli bir düzeltme yapıyormuşcasına" kalkıp TV ekranlarından diyor ki: "Hayır Bülent Tulun buldu. Ortaya yapay kahramanlar çıkarmayalım!. Kim Bülent Tulun? Faruk Süren''in danışmanı... Kimbilir belki de "yüksek maaş ödediklerinden biri..." Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum!. Ama, Adnan Polat''ı biliyorum!. Galatasaray''ın "çıtayı Avrupa seviyesine yükseltmesinde" başrolü oynayan bir - iki yöneticiden biri!. Unutulmayacak biri!.. Hem de, "aynı yönetimdeki bazılarının bütün engellemelerine rağmen!." Bilmem ki, "o bazılarının isimlerini yazayım mı?" Diyelim ki, "Emre''yi Bülent Tulun buldu!." "Zamanın futbol sorumlusu kimdi?" Adnan Polat değil miydi? Polat istemese, Emre Galatasaray''a gelebilir miydi? O zaman "Bülent Tulun" diye birini tanıyan ve hatırlayan var mı? Ne diyor "O zamanın kulüp meneceri, yani genel müdürü" Adnan Sezgin: "Bülent Tulun Emre''yi yolda görse tanımaz!." Buyrun bakalım, şimdi biz kime inanacağız? Bir yanda Adnan Polat ve Adnan Sezgin, öte yanda Faruk Süren!. Ben, "kime inanmayacağız" onu yazayım: Bundan önceki bütün genel kurullarda "muhalefet" Galatasaray''ın "borç miktarını 40-50 milyon dolar" diye ortaya koyarken çıkıp da "Gerçekleri söylemiyorlar, abartıyorlar. Galatasaray''ın borcu 25 milyon dolardır" diyen Süren değil miydi? Şimdi ise, "tamamen tersini söyleyen" ve de "Borç miktarı 70 milyon dolara ulaşıyor, eğer şirket hisse satışı kabul edilmezse, Galatasaray batar" diyen de kendisi değil mi? Sevgili Doğan Koloğlu''nun dünkü yazısında "tüyler ürpertici" iddialar vardı; "Türkiye''de şubesi bulunmayan bankalardan alınan borçlar bilinemiyor. Bu bankalarla murakıplar temas kuramıyor. Hele hele borç listesinde olmayan Bank Kapital''deki 1.5 milyon dolarlık ek borcun çıkması insanları ürkütüyor..." Hep yazıp geliyorum; "Bu yönetimin Galatasaray''ın başında bir dakika daha fazla durması, Galatasaray''ın çok büyük faizlerle daha çok borçlanması ve daha çok batağa girmesine sebep olmaktadır!" Bu yönetime "şirket hisselerini satma yetkisini vermek", Galatasaray''ın intiharı olur! Ortada bir "yapay kahraman var" ama, herhalde bu Adnan Polat değil!. Acaba kim dersiniz? Yazarsız spor!.. Adımız spor yazarı!.. Attığımız zaman mangalda kül bırakmıyoruz!. Ama, sayfalarımız, manşetlerimiz sadece futbolla ve futbolun da üç büyükleriyle dolu!. F.Bahçe''nin, G.Sray''ın, Beşiktaş''ın "aleyhine çalınmış" ya da "çalınmamış" bir düdüğü manşetlere, ekranlara getirir, hatta "mahkemeler bile kurup infaz ederiz" de, "sporun asıl temel sorunlarına," hatta "uluslararası skandal seviyesinde bile olsa" sesimizi soluğumuzu çıkarmayız!. "Spor yazarlarının dışından" bir "spor yazarı" çıkıp da, makale üstü makale yazmasa, kimsenin, hatta "spor yazarlarının bile" olaylardan haberi olmayacaktı!. Tabii, "Cüneyt Koryürek''i okumuyorlarsa, hâlâ ve hâlâ haberleri olmamış olabilir!." "ABD Olimpiyat Komitesi''nin bizden birine verdiği" 2000 doların, "muhtemelen rüşvet olabilme ihtimalinin çok yüksek olduğunu" olayı açık açık yazarak anlatmaya çalıştı, Cüneyt Ağabey!.. Ardından halterdeki doping olayıyla ilgili makaleleri sıraya girdi! Zaten "yıllardır yazıp geliyordu!." Kimsede, ses seda yok!. Sanki, herkes birer sfenks!. Nerede Spor Bakanı, nerede Spor Genel Müdürü? Ve de nerede anlı-şanlı Milli Olimpiyat Komitemiz? Hadi, Spor Bakanımız kendini futbola kaptırmış gidiyor ve Spor Genel Müdürlüğümüzün varlığı ile yokluğu belli değil!. Ya, "Türkiye''nin en ünlü spor adamlarının, spor yazarlarının üyesi, hatta yönetim kurulu üyesi olduğu" Milli Olimpiyat Komitesi? Rüşvet - şike - doping üçgeninde "kirlenen" spora, "tertemiz kalması için gereken yolu, Milli Olimpiyat Komitesi göstermeyecekse, hangi kurum ya da kuruluş gösterecek? Önüne gelen herkese "mavi boncuk dağıtır gibi" ödül dağıtmak ve böylece "Komite etrafında ve içinde olup bitenlerin kamuoyuna aktarılmasının önüne geçilmesini sağlamak" neyse ne ama, "bunca rezalete karşı sesini çıkarmamak da ne oluyor?" Halter Milli Takımımızı "Olimpiyat yolundan bile çevirecek" doping olayı için bile "söyleyeceği söz yoksa", söyler misiniz bana "O komite ne işe yarar?" Sevgili Aldülkadir Yücelman "Biz sporla ilgili önemli olaylarda sesimizi yükseltmeli ve görüşlerimizi açıklamalıyız" derken çok haklıydı!. Komite Başkanı ise "Aman ramp ışıklarına çıkmayalım, sesimizi çıkarırsak herkes bize döner" korkusuyla, "bu haklı görüşe karşı çıkmıştı!" Komite, "kendisini kimse görmesin" diye saklanıyor!. Ama Türk sporunun üzerine, doping, rüşvet, şike lekeleri düşmeye devam ediyor!. Vah ki, ne vah!. Son bir soru: Sevgili Togay Bayatlı ile sevgili Erdoğan Arıpınar, aynı yönetimde beraberce nasıl çalışıyorlar acaba? Onca olaydan ve söylenenden sonra yüz yüze bakıp, el sıkışabiliyorlar mı?
ÖNE ÇIKANLAR