Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Ard arda "iki önemli milli maç oynayacağız!." İlki bu gece, K.İrlanda ile!.. Yıllardır, Mustafa Denizli''nin "teknik direktörlüğünü yaptığı takımlar" hep tartışma konusu olmuştur!. Beklenmedik zamanlarda, beklenmedik maçlarda, beklenmedik futbolcularla, beklenmedik sonuçlar alan bir teknik direktörün zaten "tartışılmaması mümkün değildir!." Tabii, bu arada Denizli''nin kişiliği de, düşünceleri ve sözleri de tartışılır, tartışılır, tartışılır!. Seveni vardır, sevmeyeni vardır!. Beğeneni vardır, beğenmeyeni vardır!. Takdir edeni vardır, takdir etmeyeni vardır!. Şu bir gerçektir ki, daima "zirvede kalmayı" bilmiş ve "bunun gereklerini de, şöyle ya da böyle yerine getirmiştir!." Şimdi de, "final kapısına giderken", oynayacağı maçlar için "seçtiği kadro", bu kadroya "aldığı ya da almadığı oyuncular" gündeme oturmuş ve Mustafa Denizli istediği kadar "ben tartışmam" dese de, futbolla ilgili çok kişi "bu konuyu tartışmaya başlamıştır!" Denizli, K.İrlanda ve Moldova maçlarında "iyi sonuçlar alır" ve altı puanı milli takımın liderlik hanesine yazdırabilirse, mesele yok!. Bu şart gerçekleşirse, Denizli ve "Denizli haklı" diyenler kazanmış olacaklar!. Yok, "bu iki maçta beklenen ve istenen sonuç alınamazsa", o zaman Denizli''yi eleştirenler ve "haksız" diyenler "haklı" çıkacak!. Ya milli takım? "Deprem felaketinin acılı günleri içinde", moral bakımından "yeterli güce ulaşamayan" milli takım? Kim ne derse desin, kim seçilmiş olursa olsun, sahaya çıkacak takımda kimler oynarsa oynasın, Türk Milli Takımı, K.İrlanda önünde de, Moldova önünde de favoridir ve "şanssız bir kazaya uğramazsa" kazanacaktır!. Denizli "rakipler hakkında", en ufak bir sürprize fırsat vermeyecek kadar hazırlıklıdır!. Bu hazırlığını "belirli ölçüde" futbolcularına aktarabilmişse, ayyıldızlı çocuklar, hatta "beklediklerinden de daha rahat bir şekilde hedefe varacaklardır!." Sonra "sıra gelecek" Almanya''daki Almanya maçına!. İşte "o maça liderlik için gidebilmek", grup birincisi olarak finale "doğrudan kalabilmek", bu iki milli maçtan geçiyor!. Türkiye''de oynadığımız Finlandiya milli maçında yaşanan şoktan "iyi dersler alabilmişsek" Almanya karşılaşmasına göre "kolay görünen" bu iki 90 dakikadan "altı puan almamız" işten bile değil!. Denizli''yi eleştirmek, "yaptıklarından ya da yapmadıklarından bazıları için" hatta "ağır yazılar yazmak" başka, Denizli''ye ve talebelerine güvenmek başka!. Ben Denizli''ye de, talebelerine de güveniyorum!. Ve Almanya maçına kadar da, "gönül" olarak çok rahatım!. Acı bir soru!.. Büyük deprem felâketi, Türk ve Yunan halklarını yakınlaştırdı, Paok ve Galatasaray "futbolda" Ege''nin iki yanı için "dostluk köprüsü" kurdu!. Şimdi "acı soru": "Böyle bir köprünün", mesela "Fenerbahçe-Galatasaray tribünleri arasında kurulabilmesi için" ne gerekiyor? Kıyametin kopması mı? Doğru mu? Gazetelerde haber!. Galatasaray''da "artık mali kriz bitti" diye övünen yöneticileri yalanlayan, üstelik "basketbol gibi" önemli bir şubede daha ligler başlamadan ortaya atılan iddialar, sarı-kırmızılı kulüp açısından üzücüdür!. "Gene" verilen sözler tutulmamaya başlamış, "para ödemeleri" aksamak bir yana "hiç yapılmamıştır!." Eğer "gazetelere akseden" bu haberler doğru ise, başta başkan Faruk Süren ve yönetici Mehmet Cansun olmak üzere, Galatasaraylı yöneticiler "Galatasaray camiasını ve kamuoyunu" gene ve "kaçıncı defa" kandırma gibi bir "uygunsuz" girişimin kahramanı olma "yarışa giriştiler" demektir!. "Efendim, biz o şubeyi falan kişiye emanet etmiştik" diyerek işin içinde sıyrılamazlar!. Galatasaray, "basketbolda Türk sporuna önder olmuş" bir kulüptür. Galatasaray yönetimi "bu spor branşında üstüste gelen başarısızlıkları" başkasına fatura edemez!. "Futbol dışında" hemen hemen "her branşta" Galatasaray''ı geçen Galatasaray''ı yenen Fenerbahçe''de bile "amatör" dediğimiz branşlardaki başarıların, hatta "gazetelere verilen ilânlarla" yetersiz görüldüğü bir zamanda, sarı-kırmızılı kulübün yöneticilerinin bu "vurdumduymazlığı" içler acısıdır!. Fatih Terim''in ve talebelerinin başarılarının arkasına sığınan böyle bir yönetimin, Galatasaray''a gerek maddi, gerek manevi yönlerden "indirdiği ağır darbeler", futbol dışındaki şubelerde de "net bir şekilde görülmekte" ve "gerçek" Galatasaraylılar kan ağlamaktadır!. Bilinmelidir ki, basketbol şubesinin derdine çare bulunamazsa, geçen yıllarda "ezberlenen" olaylar gene yaşanacaktır!. Önce "yabancı" basketçiler kazan kaldıracak ve belki de ülkelerine kaçacak, sonra da sıraya "Türk oyuncular" girecektir!. Bunca lâfa, bunca cafcaflı açıklamalara, bunca gösterişe rağmen, takke düşünce kel görünüyor!. Ve Galatasaray camiası, genel kuruluyla, Divan Kuruluyla hâlâ mışıl mışıl uyumaya devam ediyor!. Yıllardır "verdiği hiç bir sözü tutmayan, tutamayan" bu yönetimin "gitmesi için" Galatasaray''ın Şampiyonlar Ligi''nde hezimete uğraması, ligde de iflâs etmesi gerekiyor, herhalde!. Galatasaraylıları "Kırk katır mı, kırk satır mı" misaline benzer "bir seçimle karşı karşıya bırakan" bu yönetime, doğrusu ya "ne diyeceğimizi" şaşırdık!. Ya futbolda hezimetler ya da "bu yönetimle devam!." Seçin bakalım, ey Galatasaraylılar, hangisini seçeceksiniz? Naim olayı!.. Bir kişiyi sevmek başkadır!. Bir kişiyi takdir etmek başkadır!. Bir kişiyi beğenmek başkadır!. Naim Süleymanoğlu, "bu üç konuda da, insana başka başka hisler veren" bir kişidir!. Ben Naim Süleymanoğlu''nu "başarılarından dolayı" takdir ederim, alkışlarım!. Elhak, "büyük", hem de "çok büyük" bir şampiyondur!. "Böylesi", çeyrek asırda, hatta yarım asırda bir, zor gelir!. Onun içindir ki, "böyleleri" spor tarihine öyle bir geçerler ki, onları "binlerce spor tarihçisi, o tarihten kazımak istese" kazıyamaz. Böyleleri "tarih yazar" ve "tarihe öyle geçerler!." Ama, ben Naim Süleymanoğlu''nu sevmem!. Neden sevmem? Bir "sporcu olarak", benim standartlarımdaki, benim düşüncelerimdeki "sporcu değildir", Naim!. Hayatı, "küçük dağları ben ..." şeklindeki havası, herkesin bildiği "küçük ayak oyunları", yaşlandıkça "çizdiği zikzaklı görüntü" ile ve kısacası "kişilik olarak" Naim, benim sevebileceğim, sempati duyacağım "bir şampiyon olmadığını" ortaya koymaktadır! Ve sonuncusu, Naim''i "üstelik" hiç de beğenmem!. Zira, "böyle büyük şampiyonlarda aradığım ilk husus", kendisinden sonra geleceklere, gençlere ve hatta bütün sporculara "örnek olma" vasfıdır! Naim''de bu da yoktur!. O, "kendini seven, parayı seven", menfaatlerini "çok iyi gözeten", dahası "Ben istediğim gibi yaşarım, kime ne?" diyecek kadar fûtursuz biri olarak, "Dünya''nın gelmiş geçmiş en büyük haltercisini", barlarda "olay çıkaran" adı "çirkin iddialara bulaşan" bir kişi "sıradan bir kişi" haline düşürmüştür!. Şimdi de kalkmış "Ebru, Dünya Şampiyonası''nda altın madalya alsaydı bile bundan gurur duymazdım" diyor!. Neden; "kendisi doğunca Naim adını almış", ama Ebru''nun adı doğduğu zaman "Ebru değilmiş!." Bak Naim kardeşim, hadi büyük Atatürk''ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözünün ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar cahilsin!. Ama, şöyle bir Süleymaniye Camii''ne kadar uzan!. Git, Edirne''de Selimiye Camii''ni gör!. Anadolu''nun, Bulgaristan dahil Balkanlar''ın dört bir yanına yayılmış, asırlara dayanan "binlerce" hanı, hamamı, su yolunu, köprüyü, kervansarayı, camiyi gez ve öğren!. Sonra da, "bilenlere sor bakalım", Dünya Tarihi''ne "gelmiş geçmiş on büyük mimar" olarak geçen "koca" Sinan''ın "doğduğunda adı neymiş?" Önemli olan "ad değildir, Naim!." Önemli olan "kendini Türk hissetmektir" ve "ona göre davranmaktır!" "Barda olay çıkaran", nezarethanelere düşmekten "torpille kurtulan" her yaptığı "milletin büyük hoşgörüsü yüzünden" yanına kâr kalan birinin "adı doğuştan Ahmet olsa ne yazar, Mehmet olsa ne yazar?" Önemli olan "önce" insan olmaktır ve "insan gibi yaşamaktır!." Sonra "Türk olmaktır", Türk adına "gölge düşürecek" işler yapmamaktır! Sen Ebru''yu bırak da, "önce kendinle gurur duymaya bak!." "Şampiyonluk kürsülerinde" seninle gurur duyan milyonlarca Türk''e "karıştığın olaylar sebebiyle" nasıl azap verdiğini, bilmem biliyor musun? Olmuyor Rıdvan, olmuyor!. Bir ara küsmüştü, konuşmuyordu!. Şimdi gene "ishal-i kelâm hastalığı" nüksetti!. Durmadan konuşuyor, konuştukça da gaf yapıyor, batıyor!. Şimdi de demiş ki: "Sakatlar iyileşiyor, cezalılar takıma dönüyor!. 4-5 maç sabredin, eğer Fenerbahçe düzelmezse gideceğim!." Akşam''da Ercan Aktuna "doğruyu yazmış!." Nasıl bırakıp gidersin? Kulübe trilyonlar harcatmışsın!. İstediğin futbolcuları aldırmışsın.. Sonra da "ilk devrenin ortasında" bırakıp gideceksin, olacak şey mi? Fatih Terim''den hiç mi ders almadın? Fenerbahçe''nin 9 puan gerisinden, üstelik "büyük bir eleştiri bombardımanı altında" gelip, şampiyon oldu!. "Kendine güveniyordu", talebelerine güveniyordu, başardı!. Sen daha işin başında Süleyman Demirel''in ünlü benzetmesiyle, "doğmamış çocuğa don biçiyor", Fenerbahçe''deki "sorumluluğuna" tarih düşüyorsun!. "4-5 hafta sonra giderim" diyorsun!. Bunu söyleyen insana "talebeleri, dostları, yöneticileri" nasıl güvenecek? "Bu sözler", sık sık tekrarladığın "düşmanlarım var, daha ilk günden çelme takmaya, eleştirmeye başladılar" açıklamaları gerçekse, "düşmanlarının morallerini yükseltmiyor mu?" Şimdi onlar "Bak gidecekmiş, hücuma devam" demeyecekler mi? Rıdvan kardeşim!. Bence "aklı başında" güveneceğin, inanacağın bir "danışmanın olsun"!. Gençsin, tecrübesizsin, seni "kurtlar" birkaç lokmada yutacaklar!. "Çok şeyi" o danışmana danış!. Onu dinle!. Yoksa, "kendini idare edemeyen" bir kişi olarak, Fenerbahçe''yi hiç idare edemezsin!. Nitekim de edemiyorsun!. Bu nasıl iş? Beşiktaşlı yöneticiler "yabancı futbolcu, santrfor ihtiyacı" sorulduğunda diyorlar ki: "5 yabancı kontenjanımız dolu, oyuncu alamıyoruz!." Aynı "bahane" Kalitvintsev yüzünden Trabzonsporlu yöneticilerin de "en büyük kurtarıcısı!." İyi de, "bunları söyleyen" yöneticilere, soruyu soran gazeteciler de "neden" sormazlar: "Futbol Federasyonu, ümit takımına iki yabancı formülü ile 5 yabancı kısıtlamasına genişlik kazandırdı, neden bu formüle başvurmuyorsunuz?" Mesela Beşiktaş, pekâlâ gözden çıkardığı "Amokachi ile Ohen''i oraya kaydırabilir" ve "yeni yabancı alabilir!." Üstelik, Federasyon "bu kararı, Beşiktaş''ın yazılı müracaatı yüzünden almadı mı?" Sen formülü buldurt ve uygulat, sonra da "kendin unut!." Bu nasıl yöneticilik? "Akıllarınca" herkesi uyutacaklar!. "Erkekçe" çıkıp, "yabancı transfer yapacak paramız yok" desenize!. Büyük kulüplerimizin "küçük zihniyetli yöneticilerine" söyleyeceğimiz çok şey var ama, görüyoruz ki ne söylesek boş!. Böyle gelmiş, böyle gidecek!.. Formül doğru ama... Perşembe günkü Türkiye''nin spor sayfasında "çok hoşuma giden" bir haber vardı!.. Trabzonspor teknik sorumlusu Ahmet Suat Özyazıcı "Başarının sırrı" "Hamsi" formülünü ortaya atmıştı! Hırs''ın H''sı, Azim''in A''sı, Motivasyon''un M''si, Sistem''in S''si ve İnanç''in İ''si "formülü tamamlıyor", ortaya da "Hamsi" çıkıyordu!. Doğrusu ya "Hamsi''nin ifade ettiği gerçek", başarı için "tam bir reçete idi!." Ama, "haberde yer almayan" bir başka husus vardı: "Bu formülün mucidi" Özyazıcı''nın çalıştırdığı Trabzonspor''da neden "Hamsi formülü" çalışmıyordu? Hırs, eh işte... Azim, bence yok gibi... Motivasyon, sıfıra yakın... Sistem, arayan arayana ama kimse bulamıyor... İnanç, ise kalmamış gibi... Yani, Trabzon''un balık halinde bol bol "hamsi" satılıyor ama, "Özyazıcı''nın Hamsi''si" sadece kağıt üzerinde kalıyor!. Nedenini, Özyazıcı''ya sormak gerek!. Hatta ondan da önce "başkan" Mehmet Ali Yılmaz''a!. Zira. "santrforun lâzım olup olmadığı bile" önce de, sonra da "ondan soruluyor!." Hamsi''nin de "cevabını mutlaka biliyordur!." Bir söylese de, öğrensek!. En çok da Özyazıcı''ya faydalı olur, hiç olmazsa "eksiklerin sebebini" öğrenir!. Malûm, "eleştirilere karşı" durmadan "Ben futbolcularıma başka şey söylüyorum, onlar başka şey yapıyor. Nedenini bir türlü anlayamıyorum" deyip duruyordu!. Böylece başkanından öğrenmiş olur!. Bu arada "haftalardır sormak istediğim" bir soru daha var!. Hem başkana, hem de teknik adamına!.. Başkan, "olağanüstü genel kurulu ertelerken" diyordu ki: "Takım başarılı olamazsa, şampiyon olamazsa, bir daha gelmemek üzere giderim; sözüm sözdür!." Özyazıcı ise "Ben şampiyonluk sözü vermedim" diyor da, başka birşey söylemiyor!. Allah aşkına bir bilen varsa söylesin: Başkan, takımın başına "Özyazıcı''yı, bir daha gelmemek üzere kendisini başkanlıktan götürsün" diye mi getirdi? Uyuyan kim? Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, "eski" asbaşkanı Gürbüz Refioğlu için "Zaten yönetim kurulu toplantılarında uyuyordu" demiş!. "Asbaşkanken" çok "sivri" açıklamaları olan, her ağzını açışta "ona buna dokunduran" Refioğlu, Aziz Yıldırım''a "ayrı uslûpta" cevap vermeyerek "Ne kadar büyük bir Fenerbahçeli olduğunu" adeta dosta düşmana ispat etmiş!. Refioğlu da çıkıp pekâlâ "Başkan o kadar boş ve uzun konuşuyordu ki, o kadar kendinden söz ediyordu ki, o kadar palavra atıyordu ki, bize de kestirmekten başka yapacak bir şey kalmıyordu!." diyebilirdi!. Dese, de ona "çok kişi inanacaktı!." Ama, "eski asbaşkanı için böylesine ayıp ve iz''ansız bir niteleme yapan" Aziz Yıldırım''a "Fenerbahçe başkanı" etiketini taşıdığı için "hakettiği cevabı vermedi", Refioğlu ve de çok iyi yaptı! Yıldırım, "ders almışsa" ne mutlu!. Sanmıyorum, zira "bu kaçıncı büyük gaf!." Neyse "konu hakkında" Refioğlu sussa da, bizim söyleyeceğimiz birkaç lâf var!. "Toplantılarda uyumak" konuşmacı "sıkmıyor, uzatmıyor ve boş konuşmuyorsa", sadece ve sadece "bir sağlık sorunudur!." Ya "bir gece öncesi" uykusuz kalınmıştır! Ya da "şeker hastalığı vardır", özellikle "yemeklerden sonra, kan şekeri yükselince", insan "elinde olmadan" uyuklar! Bunun "en ünlü örneği" Sadettin Bilgiç''tir!. Demokrasi tarihimizin "en teşkilatçı, en kulisçi" siyasetçilerinin başında gelen ve "Adalet Partisi''ni Adalet Partisi yapanlardan olan" Bilgiç, şeker hastasıdır ve en "en önemli toplantılarda bile" eğer yemek sonrası ise "uyuklar!." Bilmiyorum, belki Refioğlu''nun da "bu şekilde bir sağlık sorunu olabilir!." Öyleyse, Aziz Yıldırım "bir değil, bin defa ayıp etmiştir!." Bir adım daha atalım: Elbette "toplantılarda sağlık sorunu sebebiyle de olsa" kestirmek hoş birşey değildir!. Amma, "sağlık sorunu olmadığı toplantılarda uyuklamadığı halde" ve gözleri açık olarak da "uyuyanlar" vardır!. "Etrafındakiler"; yalaklar, salaklar, asalaklar "ayakta uyuyan" bu kişilerin "görmemesi, farketmemesi yüzünden" akıllarına ve işlerine gelen herşeyi yaparlar!. "Acaba" diyorum; Aziz Yıldırım "zaman zaman" aynaya baksa ve "Ben bu sınıfa giriyor muyum, girmiyor muyum" diye kendi kendiyle hesaplaşsa, iyi olmaz mı? Hem kendisi için, hem de Fenerbahçe için!.
ÖNE ÇIKANLAR