Bunca emek.. Bunca ümit.. Bunca heves.. Bunca gayret.. Sonunda gelinen nokta, hem de "dördüncü yılda" işte ortada!. "Bir arpa boyu yol alınmamış" gibi görünüyor!. Neden Galatasaray, "bizzat başkanının açık seçik deyimi ile" ve herkesin gördüğü şekilde "futbolu küçük olan" Milan''a karşı sahaya "korkarak çıkıyor?" Neden, "kendi sahasında" Hertha Berlin gibi "grubun en zayıf olarak görünen" ve İstanbul''a "fark yememek için gelmiş" bir takımı yenemiyor? Neden, "teknik direktör" Fatih Terim''in "maç öncesi açıklamaları ile maç sonrası konuşmaları arasında" dağlar kadar, evet "dağlar kadar" fark oluyor? Bunun sebebi "basit" ve "hemen anlaşılacak" bir gerçeğe dayanıyor! Bilinen, görünen ve hatta "elle tutulacak hale gelen" bir gerçeğe!. "Yaşanıp gelen" bir gerçeğe!. Terim Galatasaray''a "teknik direktör olduğu ilk günden itibaren" kendisini de, Galatasaray''ı da "büyük ve kritik maç sendromu" içine sokmuştu!. Galatasaray "kendisinden zayıf olduğuna inanılan" ya da "gerçekten "öyle olan" takımlara karşı "aslan kesiliyor!" Ammmaa.."Kendinden güçlü olduğu" varsayılan ya da "adı büyük olan takımlara karşı, "galibiyete ve başarıya hasret kalıyordu!." Şampiyonlar Ligi''ndeki "hezimetler" bu yüzdendi!. Ligde ise "şampiyonluklara ulaşırken" dahi, "büyük maçlar", yaygın adıyla "derbi maçları" bir türlü "kazanılamıyor", bu karşılaşmalarda mağlubiyetler peşpeşe geliyordu!. O yüzden nerede ise "iki yıl" Galatasaray da, Fatih Terim de "Ligin büyük maçlarında düşük bir başarı yüzdesi tutturabilmiş ve hatta "Terim, büyük maç kazanamaz" iddiası yaygın hale gelmişti!. Terim, "ardarda gelen" şampiyonlukların verdiği "moral ve güven içinde" Türkiye sınırları dahilinde "Büyük maç sendromunu yendi!." Artık, "Fenerbahçe''lerle, Beşiktaş''larla, Trabzon''larla yapılan maçlarda" genellikle "gülen taraf" Terim ve Galatasaray''ı oluyordu!. "Buna karşılık", Türkiye sınırlarının ötesinde "sendrom devam ediyordu!." Şampiyonlar Ligi ön elemelerinde" adeta bir rekora koşan "ve hiç yenilmeyerek, galibiyet serileri yazan" Galatasaray, "Şampiyonlar Ligi''ne sıra gelince" birdenbire "korkak ve güvensiz bir futbolun esiri oluveriyordu!." Zira,"ön elemelerde karşılaşılan takımlar" için, "Galatasaray''dan güçlü değiller" inancı ve gerçeği Terim''i rahatlatıyor ve "o rahatlık içinde" rakiplerin oyunu "kolay" çözülüyor, taktiklerde ve takım tertiplerinde "doğrular" bulunuyor, "hata ve yanlış asgariye iniyordu!." Ama, iş "esasa gelip, Şampiyonlar Ligi gerçeği ile karşılaşınca" o "kendine ve takımına güvenen, rahat" Fatih Terim gidiyor, yerine "rakibi çözemeyen, çözse bile bu çözüme uygun taktikler üretemeyen, tertipler kuramayan, futbolcularına güvenemeyen" bir Fatih Terim geliyor, "yapılan hatalarda ve yanlışlarda" inatla "israr edilince" de, "hüsran ve bir başka bahar şarkıları" dillerden düşmüyordu!. Aslında Dr.Turgay Biçer''in, Fatih Terim''in isteğiyle futbolculara uyguladığı "terapinin bir benzerinin", mutlaka ve mutlaka "Şampiyonlar Ligi maçlarından önce" bizzat Galatasaray Teknik Direktörüne uygulamasının yararlı olacağı ortada idi! Terim''in "bu maçlardan önce" rahatlatılması, kafasının berraklaştırılması, kendine güvenin "lâfla değil" beyinde kazandırılması gerekiyordu!. Gerekiyordu ki, "Bruno gaflarına ve yanlışlarına düşmesin!." "İlk yarıda tempo düşürüp, topu oyalayıp, Milan''ı durdurmak, ikinci yarıda vurmak" gibi "tartışılabilecek ama doğruları daha çok olan" bir taktiğin "gerektirdiği" tertibi oluşturabilsin ve sahaya sürebilsin!. Bakın, "rahat olmayan, kafası karışık ve kendine, takımına güvenemeyen" Fatih Terim''in "kolayca farkedilen" yanlışları nelerdi? "İlk yarı defans oynayacaksın ve Milan''ı yorup, kendi gücünü ekonomik olarak kullanıp, ikinci yarıda rakibi vuracaksın", öyle mi? Evet, öyle!. Peki öyleyse, "böyle bir taktikte" Hagi''nin ilk yarıda takımda işi ne? "İki 4''lü perde" ile kendi yarı sahanda kalacak, ileriye "Hakan''ı sürecek" onun ardına da "Hagi''yi oturtacaksın!." Peki ne olacak? "Sert, fizik gücü fazla" 4-5 adamla "Hagi ve Hakan yapayalnız 45 dakika mücadele edecek", daha doğrusu "yok olup, ezilip, gidecek", sonra sen "golde en büyük silahın olan bu iki adamı ekonomik olarak kullanmış olacaksın" öyle mi? Madem "ilk yarı kendi yarı sahana kapanacaksın" ve "kontratak gol arayacaksın; o takıma "Hagi mi konur, yoksa Arif mi, Okan mı?" "İkinci yarıda normal futboluna dönecek bir Galatasaray''da mı çok daha iyi işler yapar Hagi, yoksa tek başına iki üç adamla boğuşmak durumunda kaldığı ilk yarıda mı?" Ya, "kişisel hatalardan gol yiyoruz" diye yakınmanın "haklı" bir tarafı var mı? Yıllardır "Kalecin de, stoperin de" devamlı "kişisel hata yapıyorlar!." Bülent''in de, Vedat''ın da, Fatih''in de, Capone''nun da, Popescu''nun da, diğerleri de!. Taffarel''e varıncaya kadar... Ve bu "kişisel hatalar", Galatasaray''a pahalıya hem de "çok pahalıya mal oluyor!." Ama "israrla ve inatla" Galatasaray''ı "çizgi defans oynatmaya devam ediyorsun!." O defansın arkasına atılan her topta rakip, kalecinle burun buruna geliyor ya da "her hata" gole giden tehlikeler oluyor!. Bir teknik direktör "4 yıldır bunun tedbirini alamamışsa", o teknik direktöre "söylenecek" bir şey olmaz mı? "Süren kafası" ise olmaz!. Ama, "normal düşünenler, futboldan biraz anlayanlar" elbette ki kıyameti koparacaklar, koparmaları da gerek!. Zira, olan Galatasaray''a ve Türk futboluna oluyor!. "Kişisel hatalar" devam ediyorsa, "yapılacak iş bellidir!." Ya "kişisel hata yapmayacak ve 4''lü çizgi defansa uyacak adamlar alınır" ya da "alınamıyorsa ve eldekilerle yola devam edilecekse teknik direktörün "asli görevi" bu elemanlara uygun bir "defans sistemini takıma monte etmektir!." Yani, "sarkık liberolu" bir sistem!. Üstelik elinde "bu sistem için" Dünya''nın "en ünlü" liberolarından biri var; Popescu!. Ama, "inadım inat!." "Benim sistemimi yakında bütün dünya konuşacak!." Böylesine "egoist bir zihniyetle" Galatasaray''ın "avucunun içine gelen büyük fırsatları kaçırması" bana çok normal geliyor!. Başkaları yadırgayabilirler ama, ben "Bundan iyisi olmayacak, zira Terim''in bu kafayı değiştirmesi çok zor" diyorum!. Ama, "bir Türk olarak, bir Galatasaraylı olarak" temenni ediyorum ki: "Terim beni yanıltsın!." Benzerlik!.. Futboldaki Fatih Terim''e, basketbolda "çok benzeyen" bir hocamız var: "Aydın Örs!.." Türkiye''de "aslan" kesiliyor, Avrupa''da "horoz" bile olamıyor! "Türkiye''nin en iyi oyuncuları", Aydın Örs''ün elinde "acemi basketbolcular gibi" koşuşturup duruyor! "Avrupa''nın büyükleri arasında olmayan" bir İspanyol takımı önünde "43 gibi çok gülünç ve hatta kız basketbolcuların bile çok üstüne çıkacağı bir skorda kalıp, 19 fark yiyen" Efes''in yöneticileri "inatla ve ısrarla" Aydın Örs''ü görevde tutma yanlışından hadi dönmüyorlar ama ya bizzat Aydın Örs''ün kendisi? Efes''e de, kendisine "yazık ettiğinin nasıl farkında değil?" Bunca harcanan parayı "sokağa attırdığının ve hâlâ attırmaya devam ettirdiğinin" nasıl farkında değil? Açıkça ortada ki; " kan uyuşmazlığı var!." "Başka bir takıma gitse" belki çok başarılı olacak!. "Başka bir hoca ile" de, belki Efes çok başarılı olacak!. "Ben aldığım paraya bakarım arkadaş" deyip, "başarısızlıkların prensi" olmaya devam etmekle nereye varmak istiyor acaba Aydın Örs? "Büyük hoca" olmanın ilk şartı "Büyük hedeflere varabilmektir", yoksa "başarısızlıklara bahaneler bulup" küçük hedeflerle yetinmek değil!. Örs''ün bunu anlaması lâzımdı ama hâlâ anlamış görünmüyor!. "Anlaması" için de acaba bir "çekiç" mi gerekiyor? Üzerinde "işinize son verilmiştir" yazılı bir çekiç!. Ders!.. Büyük gazetelerin "Ege eklerinde" küçücük bir haber; "Çanakkale Dardanel Şanver''i bıraktı!." Haberi okuyorum, "Şanver, Dardanel''de 3. kaleci konumuna düşmüş ve bu yüzden ayrılmak istemiş, Çanakkale de ayrılmasına izin vermiş!." Bir zamanlar "milli takımlara kadar yükselen" bir kalecinin hazin sonu! Sebep? Sebebi belli; "taş yerinde ağırdır" atasözünün doğruluğuna inanmamak!.. "Üç beş kuruş fazla için" oradan oraya gitmek, her gidişte futbolundan da, değerinden de düşmek!. Sonunda da işte böyle ortada kalmak!. Bütün futbolculara, bütün sporculara "ders" olmalı!. Yazık oldu Şanver''e, hem de çok yazık!.. Onlar ve biz!.. Fransızlar''ın ünlü siyahi oyuncusu İbrahim Ba, İtalya Ligi''ndeki bir maçta rakibine kafa atmış, ceza: "4 maç!." Bizim ceza kurulumuz, bir Galatasaraylıya, bir Fenerbahçeliye, bir Beşiktaşlıya böyle bir ceza vermeye kalksa, yöneticiler ve medya "Dünyayı başlarına yıkardı!." İşte "bu kafa ve bu medya olduğu sürece", bizim futbolcularımız şımarmaya ve "kırmızı kartları, sarı kartları bol bol almaya" devam edeceklerdir!. Ve de "en önemli maçlarda" takımlarını "yalnız" bırakmaya!. Bir de çıkmış, Murat Yakın''a kızıyoruz!. Çocuk haklı; "İsviçre''de hiç yapmadığı, yapamayacağı işleri, Türkiye''de yapıveriyor ve yaptıkları da yanına hep kâr kalıyor!." Neden yapmasın ki? Üstelik bir de "gitmeyi kafasına koymuşsa?" "Bu hoşgörü ve kafa düzeni içinde", elbette ki "Kemalettin" hem de antrenman maçında "kırmızı kart görecek", Galatasaray''ın "en iyi oyuncularından ikisi" hem de takımları "4-0 önde iken" bir dakikada "sarı üstüne sarı kartı" yiyeceklerdir!. "Paraları cebe indirirken" çok profesyonel ama "profesyonelliğin gereklerini" yerine getirirken "çok amatör" davranan futbolcularımıza "amatör kafalı teknik adamlar ve yöneticiler de eklenince" işte Avrupa ile aramızdaki fark "iyice" ortaya çıkıyor ve gün geçtikçe kapanacağına, aksine açılıp duruyor! Bu nasıl yetkili? "Zaping yaparken" bir TV kanalında yakaladım; "İstanbul Bölge Müdürü, Bayrampaşa olayında sorumlunun kim olduğunu araştıran" sorulara öyle cevaplar veriyordu ki, İstanbul adına da, Türk Sporu adına da, Türk Spor Teşkilatı adına da üzüldüm!. Ya "yönetmelikleri, hakkı, hukuku bilmiyordu!." O makama gelmiş biri için "ayıp!." Ya da "biliyor" da söylemiyor, hatta "tam aksini söylüyor" idiyse, o daha büyük ayıp!. Öyle şeyler söyledi ve "öyle yorumlar yaptı" ki, ne iz''anla bağdaşır, ne de insafla!. Tuttu, "bütün sorumluluğu", yani "varsa suçu" Futbol Federasyonu''na yükledi! Halbuki, "her iki yönü itibariyle" de "sorumluluk" ve "varsa" suç "Onun amirlerinde ve onun mensup olduğu kuruluşlardaydı!." İl Müdürü olarak, "kimin il müdürüydü?" "Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü''nün!." Stadlar kimindi? "Bu genel müdürlüğün!." Stadları kim kiraya veriyordu? "Bu genel müdürlük!." Kiraya verirken, "gereken maddeleri sözleşmeye koymayan" ve "stadları üç büyüklere imtiyaz vererek peşkeş çeken hangi kuruluştu?" "Bu genel müdürlük!." O "Mukaveleler ortada iken", Futbol Federasyonu "maçları üç büyüklere verilmiş stadlarda oynatabilir miydi?" "Üç büyük kulübün rızası olmadan", asla!. Peki; nerede "Futbol Federasyonu''nun sorumluluğu?" Onun yok, ama "İl Müdürü''nün bağlı olduğu öteki kuruluşun" yani "İstanbul Valiliği''nin bu yetkisi var!." Valilik "güvenlik açısından ve gördüğü lüzum üzerine", Bayrampaşa''da maçı "oynatmayabilir" ve "güvenli başka bir stada naklettirebilirdi!." Buna "kimsenin sesi çıkmazdı"; zira "deprem serileri yaşayan bir kentte güvensiz bir stadda maç oynatılmasını meneden valiliğin bu haklı kararına karşı çıkmaya kimse cesaret edemezdi! Bunun riskini, sorumluluğunu alamazdı!." Valilik "bunu yapmadı, yapamadı!." "İzmir''den tanıdığım" sayın Vali''nin "zaten" böyle birşey yapacağına "rüyamda görsem inanamazdım!." "Cesur kararlar alamayan", olayların ardından gelen bir idareci idi ve daha da "açıkçası" İzmir Valiliği''ne ve sonra da "İstanbul''a atanmasındaki sebep" büyük ölçüde "siyasi" idi!. Ne diyeyim; "O zamanların başbakanı Mesut Yılmaz''ın kulakları çınlasın!." Şimdi "durumun vaziyeti böyle iken", İl Müdürü kalkmış "Stad kiralanmasında ve maç oynanmasında sorumsuz davranmış" bu iki kurumu savunmak için "Futbol Federasyonu''nu ateşe atmaya çalışıyor!." Eh, "bunun adı", doğrusu ya "yağcılık", eğer o değilse "gerçekleri ters yüz etmek" değil midir? O da değilse, peki ama; nedir? Bir bilene soralım!.. Başta Galatasaray olmak üzere, çok takımımızda "adele sakatlığı sebebiyle" yedek kulübeye bile giremeyen futbolcularımız var! "Çok kritik maçlarda" sahada yoklar!. Mevsim açılalı 3 ay dolmak üzere!. Böyle bir zamanda, "adele sakatlığı?" Benim bilebildiğim "neden" şudur; "Ya antrenman dozajı iyi ayarlanmıyordur. Yani ya az çalışıyorlar ya da fazla yükleniliyor!.. Veya.. Veya.. Özel hayatlara dikkat edilmiyor!." "Gerçek" sebep bunlar mı, "başkaları" var mı, bir bilene sormak gerek! "Sevgili" Turgay Renklikurt Hocamız, "bir analiz etse" de, öğrensek!. Şaşırmadım!... Sabah gazetesinde "resimli" haberi okuyunca çok üzüldüm!. "Ali Şen''in şempanzesi Tina bunalıma girmiş!." Haberde "neden girmiş, ne yapıyormuş" sorularının cevapları var ama, benim söyleyeceğim "daha akla yakın!." "Zavallı" Tinacık''ın bunalıma girmesi normal!. "Bunalımdan çıkarsa, çıkabilirse şaşarım!." Zira "bunalımlı" bir sahibi var ve "işi" çok zor!.. Teklif!.. STV''de Futbol Federasyonu Başkanı Halûk Ulusoy''la yapılan sohbeti zevkle ve keyifle izledim!. "Herkese olduğu gibi" başkan Halûk Ulusoy''a karşı "çok naziktiler!." O yüzden, "sohbet", zaman zaman "acaba danışıklı mı" havasına bile büründü!. Aslında "STV spor proğramları "çok TV''deki spor proğramlarından" daha seviyeli, daha kaliteli ama "fazla nezaket, abartılı hitaplar ve eğilip bükülmeler", gazetecilik mesleğinin" ana ilkelerinin gözardı edildiği" intibaını veriyor ve bu yüzden de "inandırıcılık ibresi" olumsuzu göstermeye başlıyor!. "Nezaket ve saygı ibresi normale gelse", proğram "birdenbire" inandırıcılık bakımından da "ivme kazanacak" ve daha "keyifli izlenecek!." Öyle bir hava var ki, sanki "Aman muhatabımı kıracak sorular sormayayım, sohbeti onu zora sokacak yöne çekmemeyim, lâfın gelişi, iş oraya doğru geliyorsa, konuyu değiştireyim" gibilerden davranılıyor!. İşte bu sebeple, Halûk Ulusoy''a "sorulması gereken bir çok soru sorulmadı" ve "üzerinde yazılıp gelinen pek çok konu" o uzun sohbete rağmen "aydınlığa kavuşturalamadı!." Ama "gene" de, kulaktan duyma iddialarla "yerden yere vurulmaya çalışılan" bir Federasyon Başkanı''nın "hangi konularda nasıl bir haksızlığa maruz kaldığını ya da bırakıldığını" proğramı seyredenler duydular ve öğrendiler!. Bence, bu STV de olabilir başka bir TV de; Halûk Ulusoy''u hatta "zaman limiti olmadan" bir proğrama davet etmeli ve o sohbette 3-4 spor yazarı da bulunmalı ve "netameliler dahil" her konuyu ve soruyu gündeme getirebilmeliler!. Böylece "eteklerdeki bütün taşlar dökülmüş" ve gerçekler ortaya çıkmış olur!. Ayrıca ben Halûk Ulusoy''un yerinde olsam, "o sohbetin kasetini" kendisini çok seven (!) birkaç futbol yorumcusuna gönderirdim!. Hiç olmazsa "neyin ne olduğunu öğrenmelerini", eleştirirken de "yanlış yapmamalarını" sağlardım!. Zira, "öyle konularda öyle yanlışlar yapıyorlar" ki, bunlara kargalar bile gülüyor; olan da mesleğimize oluyor!. "Bilmeden ve öğrenmeden yazanlar" da "bilmeden ve öğrenmeden yazmaya devam ediyor!."

