Yazı hayatımın belki de "en zor" yazılarından birini yazıyorum!. Ölüm!.. Perşembe sabahı, bir TV kanalında "alt yazı ile geçen bir haber" ile başladı, ölümle karşılaşmam!. "Ahmet Taner Kışlalı''ya bombalı suikast... Kışlalı yaralı olarak hastahaneye kaldırıldı!." Türkiye''ye "Galatasaray-Chelsea maçıyla ilgili" yazıyı yazıyordum "dondum kaldım!." Ve de "ölümün soğuk elini" adeta omuzumda hissettim!. "O acımasız alçaklar" bugüne kadar "haince kurdukları tuzaklarda" hep hedefi "tam olarak vurmuşlardı!." Dakikalar, dakikaları izledi!. Telefon ve TV başında hep "dua" ettim; "Ne olur bu defa ecel yenik düşsün!. Ahmet''imizi bize bağışla!. Ama, "acı haber çok geçmeden" geldi; "İçimde anlatılamayacak bir acıyla", boşluğa düştüm! "Sevgili" ve "aziz" kardeşim Ahmet Taner Kışlalı ölmüştü!. Evet, "sevgili" ve "aziz" kardeşim!. "Kışlalı kardeşler" büyük dayımızın oğullarıydılar!. "Çocukluğumuz ve gençliğimiz" hep beraber geçmişti!. Mehmet Ali Kışlalı - Mahmut Kışlalı - Ahmet Taner Kışlalı - Öcal Uluç - Hıncal Uluç - Serpil Gogen (Uluç) - Kemal Uluç "adeta", ne adetası her anlamıyla "tek kardeşler grubu" gibi büyüdüler, yetiştiler! Gazeteciliği de, 1950''li yılların ortalarında Ankara''da "Yenigün" Gazetesi''nde "şef" Mehmet Ali Kışlalı''nın yanında öğrendiler!. Ben 10-12 ay önce başlamıştım mesleğe; sonra Ahmet ile Hıncal "beraberce" geldiler!. Yenigün''de "Kralın silahşörlerinin başkanı" Mehmet Ali Ağabey''in kumandasında "3 silahşörler ve d''Artagnan" gibiydik bizler, "spor servisinde!." d''Artagnan Hıncal''dı; atak, gözünü budaktan esirgemez, her an düelloya hazır, ele avuca sığmaz!. Athos bendim; ağır başlı, mağrur, içine kapanık, kararlı!. Porthos Oktay Kurtböke''ydi; babacan, dürüst, sıcak, güçlü!. Ve de "Aramis" Ahmet Taner Kışlalı''ydı; okumuş, esprili, bilge, zarif, genç kızların yüreklerini yakan yakışıklı bir centilmen!. Başka silahşörler de vardı servisimizde... Yaşar Güngör''ler... Güneş Tecelli''ler... Günaltay Şibay''lar... Yılmaz Tekin Onay''lar... Kurthan Fişek''ler... Çelik Arıoba''lar!. Sonra "hayat" yolları ayırdı; "Ahmet, akademik kariyeri seçti!." SBF''de hocalığa döndü, ama "gazeteci - yazar" kimliğini hiç kaybetmedi!. Zira "o batılı ve uygar anlamı ile" tam tamına bir gazeteciydi!. O vasfını "hunharca uğradığı suikaste kadar" sürdürdü!. "Spora bakış açımızda", sadece ve sadece "tek farklılık" vardı!. "O Fenerbahçeli idi, biz Uluç kardeşler Galatasaraylı!." "Bu tatlı rekabet içinde", çok keyifli, çok güzel günlerimiz, haftalarımız, aylarımız, yıllarımız oldu!. O benim kuzenimdi!. O benim kardeşimdi!.. O benim dostumdu!. Onunla hep "iftihar ettim!." Ve de bir "ömür boyu iftihar edeceğim!." İnsan olarak örnek, hoca olarak örnek, bilim adamı olarak örnek, gazeteci olarak örnek, yazar olarak örnekti!. Tek tesellimiz "öğrencileri arasından onlarca, yüzlerce Ahmet Taner Kışlalı''nın çıkacağına olan inancımızdır!" Nur içinde yatsın!. Ve de Türk milletinin başı sağ olsun!. Bülent değil sen!.. Ahmet Çakar''ın TV ekranlarında, hele hele "Bülent Uzun''la tartışmasında" düştüğü durum, "ona inanan biri olarak" beni çok üzdü!. "Hakemler Federasyon başkanından korkuyor, MHK başkanından korkuyor ve onların istediklerini, talimatlarını yerine getirip, Fenerbahçe''yi bitiriyor, Galatasaray''ı kolluyor" iddia ve ithamları ayyuka çıkmışken, üstelik "bu iddialar şöyle veya böyle" ekranlarda ve o proğramlarda kulüp yöneticileri tarafından da dile getirilmişken, Bülent Uzun''un, çıkıp da açık açık "Ben saygı duyarım, severim ama ne ne Federasyon Başkanı''ndan, ne de MHK başkanından korkarım" demesine karşı "Ben böyle bir iddiada bulunmadım, saptırıyorsun" demen tam bir "aczin ifadesiydi!" "O mahkemede sadece sen yoktun!." Başkaları da vardı, Uzun sana değil, topyekûn iddialara cevap veriyordu!. O mahkeme, adeta "Bu mahkemeyi bize kurduranların iradesi böyle istiyor" der gibi, bir zamanların "Yassıada Mahkemeleri''ni ve onun başkanı olan Başol''u hatırlatan" bir başkanın yönetiminde kurulmuştu!. Show TV''de iken söylediklerinin ve savunduklarının tam tersini, Kanal D''ye geçtikten hemen bir hafta sonra söyleyen İlker Yasin''e fazla sözüm yok! Zira onun ona "meslek ilkelerini ayaklar altına aldıracak" o günkü "değişme olayından sonra", bugün, "Sizi buraya tıkan irade, böyle istiyor" diyen Başol''a benzemesi normaldi!. Ama ya sen? Ya diğerleri? "Böyle kararı peşin yazılmış, ipleri çoktan hazırlanmış" bir sözde mehkemede işiniz neydi? Hele hele AİPS başkanlığına kadar yükselmiş, yıllarca TSYD başkanlığı yapmış olan Togay Bayatlı gibi bir spor yazarının, Milli Olimpiyat Komitesi Genel Sekreteri''nin "böyle bir mahkemede savcılık makamında oturup", o durumlara düşmesini anlamam mümkün değil!. Kendisine "oy vermiş" bir spor yazarı, kendisini seven-sayan bir meslekdaşı, kendisini "AİPS başkanlığına en lâyık kişi" olarak gören bir gazeteciyim, onun için söylemem gereken bir şey var: Bir daha o kürsüye çıkmasın ve sadece bizim gibi ekrandan seyretsin!. Bıraksın, mahkemenin başkanı Başol, pardon İlker Yasin, o kürsüye bulup, bir "Egesel oturtsun!." Benim başkanımı, benim Uluslararası başkanımı "Egesel''in durumuna düşürmesin!." Bilmem haksız mıyım, "sevgili" başkanım, bilmem haksız mıyım? Bu mahkemenin futbol için, spor için kurulmadığı, hatta "reyting için bile kurulmadığı" ortada!. "Yassıada''ya yollananlar" için "o mahkeme ne yaptıysa," bugün de "Bu federasyon için" bu mahkeme "onu yapmak için kurulmuş!." Aksini iddia eden varsa, "o gecenin bandını defalarca izlesin!." Varacağı, varabileceği kanaat, işte budur!. Tabii "art niyetli değilse!." İnsaf ve iz''an!.. Halûk Ulusoy Federasyonu''nu "eleştirmek isterseniz", çok ama çok malzeme bulabilirsiniz!. "Uydurmaya, abartmaya, saptırmaya gerek yoktur!." Amma... Sırf "menfaatler uğruna" bu Federasyonu yıkmak için resmisi, özeli, ünlüsü, ünsüzü, TV''si, gazetesi el ele verip, adeta "haçlı seferleri düzenlerseniz", söylenecek çok ama çok şey vardır!. Bakınız, "sıkılmadan" bu federasyonun, "mafya ile ilişkileri olduğunu" söylemeye ve yaymaya kalkıyorlar!. İnsaftan da iz''andan da, vicdandan da "kaçmak isteyen" çevreler ve kişiler!. Bu federasyon, hem de "her türlü tehdidin ortasında, ortaya kellelerini koyarak" mafyayla, devletin içine kadar girmiş çetelerle içiçe "bir adayın karşısına çıkıp seçim kazanmış" bir federasyondur!. Türk Futbolunu ve "Türk Futbol Federasyonu''nu", Alaaddin Çakıcı''nın ve "bazı karanlık çevrelerin, odakların adamı olduğu ortaya çıkan ve karanlık ve halen kaçak" bir işadamı adayın elinden alan, "kurtaran" bir federasyondur!. Şimdi, "Bu federasyon hakkında soruşturma açtıran yetkililere" ve de "bu federasyonu yıkmak için elinden geleni ardına koymayan" bunca kişiye soruyorum: Bir araştırın bakalım, "Alaaddin Çakıcı''nın adamının arkasında kimler vardı? Seçim öncesinde onu kimler destekledi? Seçimde kimler onun yanında yer aldı ve ona oy verdi?" Bu "bu kavganın arkasında" hangi büyük menfaatin çatışması vardı? "Federasyonun giderek büyüyen bütçesi ve bugün kulüplere akıtılan 120 milyon dolarlık maç naklen yayınının biriktiği havuz" kimlerin elinde kalacak, kimlere peşkeş çekilecekti? Sıkılmadan "bugün bu federasyonu" hem de mafya bağlantılı" karalamalarıyla yıkmaya çalışanların "büyük bir bölümü" gerçekleri çok iyi biliyor ama "onları yöneten güç" gerçeklerin değil "tam tersinin yazılmasını, tam tersinin söylenmesini istiyor" ve onlar da "o talimatları yerine getiriyorlar!." "Gerçekleri bilmeyen" bir bölüm, "sırf kulüpçülük adına" bu kampanyaya destek verir oldular, yanılıyor ve aldanıyorlar!. Bu mesele "bir Fenerbahçe - Galatasaray meselesi değil", topyekûn Türk Futbolu''nun meselesidir, olaya "Fenerbahçe gözlüğü ile bakıldığında yanıltıcı sonuçlara varılır, nitekim varılıyor!. Olaya bir de "Galatasaray''ın önünü kesmek ve onu şampiyon yapmamak için karışan kişiler ve çevreler var" ki, Federasyonu da MHK''sini de "işte sadece bu sebeple hedef tahtası yapıyorlar", onlar da "gerçekleri bile bile saptırıyorlar!." Bakınız, "bu federasyonun hesapları da, idari tasarrufları" da elbette Başbakan adına "görevli" Devlet Bakanı tarafından "denetlenir ve gözetlenir!." Elbette ki, "kanun" bu denetim ve gözetim hakkını ve yetkisini boşuna vermemiştir!. Ama "bu denetim ve gözetim hakkının sonunda ortaya çıkan tablo" eğer bu federasyonun "iş başından gitmesini gerektiriyorsa", yapılacak iş bellidir: a) Tesbit edilmiş bir suç varsa, gerekli mercilere suç duyurusunda bulunulur ve iş adalete intikal eder! b) Futbol Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağrılır ve Başbakanlık Teftiş Kurulu''nun tesbitleri ve iddiaları üyelere anlatılır, yeni bir seçime gidilir!. Yoksa "Bakan bey, Federasyonu görevden alamaz!." Hatta, sevgili kardeşim Hıncal Uluç''un önerdiği gibi "UEFA''nın ve FIFA''nın en yetkili kişilerinden biri olan" Şenes Erzik''i "vekaleten" başkanlığa atamak girişimi yapılsa bile!. FIFA, "benzer olaylarda", işe "siyaset vesaire karıştırılarak, seçilmiş federasyonların görevden alınmalarında" ne yapacağını bundan önce defalarca ortaya koymuştur, gene aynısını yapacaktır! Erzik de "bunu iyi bilir" ve sanıyorum "böyle bir yapay formüle yanaşmaz!" İkincisi, "sevgili kardeşim", bilmem hatırlar mı, Şenes Erzik Federasyonu''nun "sorumsuzca, mavi boncuk dağıtarak, keyfi bazı uygulamaları için" bir yazı yazmış ve zamanın bakanına "Kanunda denetim ve gözetim hakkın var, müfettişlerini yolla, incelet, sonuçları kamuoyuna açıkla" çağrısı yapmıştım (Dikkat; görevden al, filân gibi bir önerim de yoktu) Sen de sütununda "çok ağır bir ifadelerle beni topa tutmuştun!. "Ey Öcal Uluç, sen bugüne kadar hep spora siyasetin karışmamasını istemiştin. Şimdi bir siyasetçiyi göreve çağırıyorsun, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Söyle bakalım, sen gerçekten özerklikten yana mısın; spora siyasetin karışmamasından yana mısın, yoksa değil misin?" diye sormuştun!. Şimdi, "sevgili kardeşim", o gün bana sorduğun soruyu "lütfen kendine sor!." Kanun "denetim ve gözetim hakkını" bakana vermiş, elbette "bu hakkı kullanacak!." Ama bakan "Federasyonu görevden alamaz!." Bugün yaptığı gibi "saçma sapan Bakaanlar Kurulu kararnameleri de çıkaramaz!." Ama burası Türkiye, "Ben yaptım, oldu" derler, yaparlar!. "Futbolun da özerkliğine turp sıkarlar!." Federasyonu görevden "genel kurul alır!." "Şudur, budur" ama "demokrasinin, özerkliğin gereği budur!." Belki bugün "sırf Ulusoy Federasyonu''ndan kurtulmak için" açılması istenen bu yoldan, "yarın başka bakanlar da yürür ve ülke futboluna hizmet eden çok federasyon" kara gözü kara kaşı ya da bakanın keyfi için "görevden alınır!." Ama, acaba FIFA ne yapar? Şenes Erzik''in "adı" acaba bizi kurtarabilir mi? Hoş, bugüne kadar "neden kurtardı ki?" Bu nasıl asbaşkanlık? Geçen Pazar akşamı ATV''de "Abdullah Kiğılı''nın ve Mehmet Cansun''un katıldığı" spor proğramını izliyorum!. Kusura bakmasın, "sevgili" Faik Çetiner, "sanki", ne sankisi açık açık "Fenerbahçe''nin avukatlığına soyunmuş" bir tutum içinde, oturumu yönetiyor!. Ve de Abdullah Kiğılı "bu hava içinde" aklına ne gelirse atıyor, tutuyor!. Yanında da Galatasaray "asbaşkanı" Mehmet Cansun oturuyordu. Kiğılı''nın "Galatasaray''ı ima eden, bazen açık açık itham altında bırakan saçmalarını, kusura bakmasın "pişmiş kelle gibi" tebessüm ederek dinledi durdu, ağzını açıp da "Kiğılı''ya hak ettiği cevapları" veremedi! Bir de Galatasaray''a başkan olacakmış!. Vah ki, ne vah!. "O başkan olacaksa", Faruk Süren "bin yıl başkan kalsın", daha iyi!. Demedi ki: "Ey Kiğılı, bu Merkez Hakem Komitesi''ni, Hilmi Ok''u bulup, bu işlerin başına getiren kim? Hangi Federasyon? O Federasyon''da sen asbaşkan değil miydin?" "Sen Federasyon başkanlığına aday olduğunda ve seçildiğinde, MHK başkan adayın kimdi, MHK listende kimler vardı?" "Sen ve o günkü başkanın değil miydi, Ali Şen''in yaygaraları ve baskılarıyla, son yılların en temiz, en dürüst ve en iddialı MHK''sini yerle bir edip, Ahmet Güvener ve arkadaşlarını tasfiye eden?" "Bülent Uzun''la bugüne kadar üstüste 5 maç kazanan Fenerbahçe değil miydi?" "Ali Şen''in baskısıyla, önce Federasyon asbaşkanlığını bırakıp kaçan", sonra başkanlığa seçildiğin halde, maç naklen yayın ihalesi işini yüzüne gözüne bulaştırıp, işin gereğini yaparsan "başta Fenerbahçe''yi ve iki büyük medya grubunu küstüreceğini" görüp, "şapkayı alıp giden?" "Sanki milli maçlar sebebiyle, ligler ilk defa erteleniyormuş ve de Galatasaray''ı korumak için yapılıyormuş havasını veriyorsunuz, başkanınızla beraber!. Senin en üst yöneticilerinden olduğun Federasyonlar milli maçlar için hiç mi ligleri ertelemedi?" "Bu yıl işleri yüzünüze gözünüze bulaştırdınız. Fenerbahçe''nin hem de dolar bazında trilyonlarını sokağa attınız. Taraftara büyük ümitler verdiniz. O trilyonlar akıttığınız transferlerde nasıl aldatıldığınız ortada!. Sakat adamlara yığınla para dökmüşsünüz, o da yetmezmiş gibi, başlarına da tecrübesiz, acemi, teknik direktörlük diploması bile olmayan bir eski futbolcuyu getirdiniz!. Şimdi üzerinize gelecek şimşeklerden kurtulmak için hedef saptırıyor, Federasyon''a, MHK''ye, hakemlere yükleniyorsunuz!. Hiç Avrupa maçlarını seyretmiyor musunuz, orada ne hakem hataları oluyor, görmüyor musunuz?" Evet, Cansun, bunları demiyor, diyemiyor!. "Baştan kurgulanmış" bir proğramda "figüran oluyor!." Ne diyeyim; yazıklar olsun!. "Tebessüm etmeye devam edin efendim!." Çok sevimli oluyorsunuz!. Niye bekledin?.. Aydın Örs istifa etti!. "Perşembenin gelişi, çarşambadan belliydi!." Efes''in Aydın Örs''ten alacağı, Aydın Örs''ün Efes''e verebileceği bir şey kalmamıştı!. Aydın Örs''lü Efes''in "ileri gitme bir yana yerinde sayma devri bile kapanmış," geriye gitme devri başlamıştı!. Aydın Örs''ün "bunu görmesi, bunu hissetmesi" ve kendiliğinden görevi bırakması lâzımdı!. "Efendim, istifa etmiştim ama rica ettiler, kabul etmediler, devam ettim" mazereti, mazeret değildir, "görevde kalma bahanesidir!." "İstifa tek taraflıdır;" edilir ve biter!. "Bitmezse," işte olacağı budur, "bir ay sonra" değişmeyen son gelir: "Söyleyin ona, istifa etsin!." Elbette, Aydın Örs, Türk basketboluna, Efes''e verdiği bunca emeği sonunda, "böyle bir ayrılışı haketmemişti!." Ama, hani ne derler "Kendi istedi, kendi buldu!." İki yıldır yazıp geliyoruz: "Artık Efes senin omuzunda bir yük, sen de Efes''in omuzunda bir yük haline geldin!. Kendi isteğinle, kendi rızanla bu işi bırak!. Hem kendi yolunu aç, hem de Efes''in!." Duymadı.. Duymak istemedi!. Ve: "Söyleyin ona istifa etsin!." İşte "asıl istifa edilmeyecek zamandı, bu sözün sonrası!." İsitifa etmeyecekti!. Bırakacaktı, "onlar işine son versin!." Bu tablo, "verdiğin istifayı kabul etmemelerinin cezası olacaktı," onlara!. Hem istifada direnmemekte hata ettin, hem de "İstifa etsin" denilince "istifa etmekle" hata ettin! Dilerim, bundan sonra hata etmezsin! İnşallah, bu "acı" tablo, sana da, senin yolunda yürüyenlere de ders olur! Başka bir takımla, Türk sporuna ve basketboluna hizmete devam!. Daha "genç bir çok basketbolcunun, senden öğreneceği çok şey var!." Yeni dönemde, sana başarılar dilerim!. Tabii, "yeni hocalarla" Efes''e de!. O değişmez!.. Cuma günkü "Fatih Terim kendine dön!. Sen hatalarından dönersen bu takım dördüncü şampiyonluğu da getirecektir" yazımı yazarken, biliyordum ki, "imparator" kararını vermiş; "infaza hazırlanıyor!." Bütün suçu "birkaç oyuncunun üzerine yıkacak" ve "Bunlar beni de Galatasay''ı da yaktı" diyecekti! Keşke ben yanılsaydım!. Tam bir "Romalı imparator gibi," üç-dört yıldır "Galatasaray''ı, Galatasaray yapan ve kendisini de sırtlarında taşıyan 5-6 futbolcuyu seçti" ve arenaya, "aslanların önüne atıverdi!." Şimdi sıra, "başparmağını aşağıya ya da yukarıya çevirmeye geldi!." Elbette düşünüyor ki; "İmparator hata yapmaz, hata yapan döğüşçülerdir, gladyatörlerdir!." Temenni etmem ki, "Roma''yı yaktığı iddia edilen" imparatorun, Neron''un durumuna düşsün!. Bir zamanlar "kendisini eleştiren" bizlere "ateş püskürürken demişti ki: "Her firavunun bir Musası vardır!." Onun için diyorum ki: "Her gladyatörün de bir imparatoru vardır!." Yeter ki, "o imparator" bir "Neron olmasın!." Kendisini de, Roma''yı da yakmasın!. Bizden hatırlatması!. Zira, Fenerbahçe''nin de, Beşiktaş''ın da, Trabzon''un da "futbol olarak" hali ortada iken "Galatasaray için şampiyonluk zor görünüyor" diyen kendisi!. Daha üç gün önce, bu takımı ve bu oyuncuları göklere çıkarıp, "Chelsea''yı ezip geçeriz, biz öyle bir takımız ki.." nutukları atan da kendisiydi!. Anlaşılıyor ki, "ruhi durumu iyi değil!." Öyle değil mi, "sevgili" Dr. Turgay Biçer? Sen ne dersin? Vurdurursun arkadaş!.. Hürriyet''te okuduğum zaman tüylerim diken diken oldu!. Ardından da "Ahmet Taner Kışlalı kardeşime karşı düzenlenen" suikast haberini aldım!. Okuduğum satırlar şunlardı: "Herhalde öteki ayağı da kaşınıyor. Onu da biz kaşırız." Öteki ayağı kaşınan "kardeşim" Hıncal Uluç''tu!. "Öteki ayağı kaşınacak olan" da Hıncal Uluç''tu!. "Trabzon''daki olaylardan sonra yaptığı yorum üzerine," bu ülkede "spor bakanlığı yapmış," hâlâ da Trabzonspor Başkanlığı''nda oturan bir kişi tarafından işte "böyle tehdit ediliyordu," spor yazarı Hıncal Uluç. "Gazeteci" Hıncal Uluç''u "yazdığı bir yorum üzerine" bir zamanlar mafya babası ve çete başı Alaaddin Çakıcı vurdurmuştu, ayağından!. "Eski bakanın," Trabzonspor Başkanı''nın "gazeteci" Hıncal Uluç''u tehdit ederken "hatırlattığı buydu!." O kadar "pervasızdı" ki, "kendisini Alaaddin Çakıcı durumuna düşürdüğünün bile farkında değildi!." Kimbilir belki de "farkındaydı" da, "onun için böyle konuşuyordu!." "Eleştirilerim için" bana yazdığı "iğrenç ifadelerle dolu" mektup da dosyamda!. Ve "böyleleri," ne yazık ki bu ülkede bakanlık yapabiliyorlar, kulüp başkanlığı yapabiliyorlar!.Bizi de korkutacaklarını, doğruları yazmaktan ve söylemekten vazgeçireceklerini zannediyorlar!. Ve, ondan ötesi, "bu tehdite rağmen" ülkede kimsenin sesi çıkmıyor!. Savcılar susuyor!. Gazeteciler susuyor!. Benim anlı şanlı meslek kuruluşlarım olan gazeteciler cemiyetleri, TSYD''ler susuyor!. Sonra kurşunlar.. Bombalar ve ağıtlar.. Nutuklar!. Hadi canım siz de!. Bize "Böyle bakanlar, böyle başkanlar, böyle çetebaşları, böyle mafya başları çok bile!."

