Dünün öznesi ile bugünün öznesi

Sesli Dinle
A -
A +
Ülkemizde nedense Sultan II. Abdülhamid Han’a karşı düşmanlık, husumet, kin ve nefret bitmek bilmiyor.
 
Hâlbuki kendisinin tahtından darbe ile indirilmesinin üzerinden 114 sene geçti. Vefat edeli ise 105 sene oldu.
 
Konunun bu kadar canlı tutulması çok manidar değil mi?
 
Gün geçmiyor ki bir köşe yazarı onu diline dolamamış olsun veya sosyal medyada kendisine bir saldırıda bulunulmasın.
AK Parti hükûmetinin uzun yıllar etkili isimlerinden Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıklarında görevler yapan Hüseyin Çelik işi gücü bırakmış II. Abdülhamid Han’a saldırıyor.
 
Dünya artık onun siyasetini dâhiyane idaresini anlatırken bizde ise içki içirme çabaları sürüp gidiyor.
 
Bu şekilde yeryüzünde ikinci bir padişah gösteremezsiniz.
 
Osmanlı devri kapanmış cumhuriyet kurulmuş ve yeni devletin ömrü de tam yüzyılı doldurmuş. Buna rağmen II. Abdülhamid Han tartışması hâlâ son bulmamış.
 
Artık tarihçilerin tartışıp hakkında olumlu veya olumsuz hüküm verecekleri bir meselenin, konu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan eski veya yeni vekillerin, köşe yazarlarının, klavye şarlatanlarının diline pelesenk olması “ilim ilim” diye çığırtkanlık yapılan bir devrede akıl alır bir durum değildir. Nedendir bu?
 
Belki meseleyi net bir şekilde ortaya koymak mümkün olmayabilirdi.
 
Ancak son dönemlerde padişahı en çok dillendirenlerden birinin de Meral Akşener olması daha iyi anlatmamıza fırsat vermiştir.
 
Akşener, önce "gezi ruhu"nu anlatırken şöyle demişti: “1908’de istibdada karşı koyan ruh neyse Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan o günün Türk gençleri neyse ağacına, parkına sahip çıkan Gezi’deki Türk gençleri de odur. Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet...”
Bu ifadeler, onun da tarihe geri dönüldüğünde II. Abdülhamid Han konusunda darbecilerle yan yana durduğunu gösteriyordu.
 
Onun gözünde II. Abdülhamid Han, Fransız akademi üyelerinin söylediği gibi “kızıl sultan”; Akif’in belirttiği gibi “Yıldız'daki baykuş” ve Tevfik Fikret’in ifadesiyle “müstebid”den başkası değildi.
 
Hâlbuki II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinin ardından on yıl içinde yaşananlar, hadiselerin hiç de öyle masum davranışlar olmadığını göstermişti. İttihatçıların söylemleri Osmanlı’yı yok etmek isteyenlerin argümanları idi. Onlar muhteşem(!) bir taşeron olduklarını ancak ülkeyi terk edip kaçarken anlayacaklardı.
 
Peki, ülkenin yangın yerine döndüğünü ve koca bir imparatorluğu göz göre göre yitirdiğimizi görenler neden anlamayacaklardı? Zira İngilizler sazı ele almıştı. Diledikleri gibi bir tarih yazımını çoktan servis etmişlerdi. Bu tarihe göre II. Abdülhamid Han yine "kızıl sultan"dı. Mehmet Akif dahi “Safahat” isimli şiir kitabında II. Abdülhamid Han’a baykuş, domuz, hayvan, merkep, kızıl kâfir, diye hakaret ederken bunu yeni beyinlere kabul ettirmek çok da zor olmayacaktı. Zira Batılılara göre bu oyunun ikinci perdesi de gelecekti. Onun anlaşılmaması lazımdı.
 
Nitekim Akşener’in yukarıdaki açıklaması belki herkesin yaptığı gibi bir husumetin dile getirilmesiydi.
 
Fakat Akşener’in bu konuda ikinci bir beyanı daha olacaktı. Kendisine o günkü sözlerinin ne anlama geldiği sorulduğunda Akşener “Bu istibdat düzenine karşı bir başkaldırıdır. Buranın öznesi eğer Abdülhamid ise arkadaşlar öyle diyorsa, bugünün öznesi de Recep Tayyip Erdoğan’dır” cevabını verdi.
 
İşte bu ikinci açıklaması ile Akşener bir anlamda Abdülhamid Han tartışmalarının neden bitirilmediğini ortaya koymuş oldu.

Tarih yeniden mi tekerrür edecek!

Evet birileri İslam ve Türk dünyasının kalbi mesabesindeki Türkiye Devletine tekrar operasyon çekmek istiyor.
 
Osmanlı Devleti'ne operasyon çektiklerinde onu yok etmeden sahneden çekilmemişlerdi. Abdülhamid Han yıkıldığında devletimizin 6,5 milyon kilometrekare toprağı vardı. Operasyon tamamlandığında o topraklar üzerinde neredeyse on üç ülkenin bayrağı dalgalanıyordu. Elimizde 1/7 oranında bir vatan parçası kalmıştı.
 
Bu defaki operasyonun neye mal olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
 
Abdülhamid Han’a karşı saltanatının onuncu yılından itibaren sinsi bir muhalefet başlatılmıştı. Bu muhalefet bir on yıl geçtiğinde orduya da önemli ölçüde sirayet edecek ve devletin zinde kademelerinde kendisini hissettirecekti.
 
Yurt dışı faaliyetler, komplolar, suikastlar fayda vermeyince dış güçler bütün imkânlarını içerideki muhalifler için seferber edecekti. Zira bir iç isyan vuku bulduğunda padişahı destekleyen unsurların sessiz kalması isteniyordu.
 
Bunda da mutlak başarı sağlayacaklardır. Hatta öyle ki "padişahın kendi açtığı okullarda yetişen bizim gençler yıktı" denecekti! Oysa "bizim gençler" dedikleri çoktan bizim olmaktan çıkmış yabancıların piyonu olmuştu.
 
İşte Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan da 2010 yılından itibaren bir karalanma operasyonunun ortasına çekildi. Artık ne kadar kötü sıfatlar varsa ona yapıştırılıyordu.
 
Zalimdi, diktatördü, kibirliydi, kendini beğenmişti, Türkiye’yi yalnızlığa itiyordu, tek adamlık oynuyordu. Böylece herkes onu karalama yolunda kendince bir sıfat buluyordu.
 
Yapılan büyük atılımlar, yatırımlar, faaliyetler, Türkiye’ye çağ atlatan projeler, silah sanayiindeki göz kamaştıran gelişmeler bu iftira ve karalama furyası altında kaybolup gidiyordu.
 
Dünyaya da paralel olarak ekonomide baş gösteren sıkıntılar ise birilerinin tek gündemi idi. Soğan ve patates fiyatlarından başka bildikleri bir konu yoktu.
 
Abdülhamid Han devrini de son dönemlerinde iki ayda bir maaş veriliyor diye tenkit ediyorlardı. Heyhat! Sonrasında iki ayda bir aldıkları maaşı dört ayda görür oldular. Hatta Almanlardan borç para alabilme uğruna ülkeyi yok edecek bir süreç olan Birinci Cihan Harbine gözü kara bir şekilde sürüklediler. Borç ise beş sene sonra tam beş katına çıkacaktı. Onun kıymetini sonradan anlayanlar ise Abdülhamid Han’ın cenazesinde “Bize ekmeği on paraya yediren, kömürün okkasını beş paraya aldıran padişahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun” diye ağlayıp figan edeceklerdi.
Bu hâl ekonomik olarak Osmanlı Devleti’nin düştüğü feci durumu özetliyordu. I. Cihan Harbinde enflasyon %1.700 olmuştu.
 
“Abdülhamid Han gidecek ülkeye bahar gelecek” diyenler milleti ve memleketi feci bir "kış"a teslim etmişlerdi.
Günümüzde de 2010 yılından itibaren bütün baskı, tehdit ve ambargolara rağmen ülkemiz güçlü bir şekilde yatırımlarını aksatmadan yoluna devam etti. Ekonomi çeşitli iç karışıklıklar, dışarıda ve içeride ülkemizin itibarını koruma yolunda atılan dev adımlar, pandemi ve deprem gibi çeşitli sebeplerle sarsılsa da hükûmetimiz halkını rahatlatacak adımlardan da geri durmadı.
 
Seçimlerde hep galip çıktı. İşte bu durum Batı'yı bir kez daha eski oyunlarını vizyona koyma yoluna itti. Çünkü ne pahasına olursa olsun bu hükûmet gitmeliydi! Onu yok etmeden gayelerine ulaşmak şöyle dursun yakın bir gelecekte yeni bir dünya gücü tarih sahnesinde doğacaktır.
 
İşte Biden’ın “Türkiye’de hükûmete karşı bütün muhalif güçleri destekleyeceğiz” sözünün hedefi budur. Bu gücü doğmadan boğmaktır.
 
Dolayısıyla Türk milleti yeni ve büyük bir kararın eşiğindedir.
Kimin safında olduğunu vereceği oyla kimleri sevindireceğini iyi düşünmelidir.
 
Kimin niyetlerine ve maksadına hizmet ettiğini kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü anlamalıdır.
 
Zira kararı sadece bir hükûmet seçimi olmayacaktır. Vatanı ve milletinin geleceği söz konusudur!..
 
 
TEFEKKÜR
 
Ey dost sebât râh-ı mahabbette şarttır
Yoktur tarîk-i aşkta rağbet döneklere
                                                       Vâsıf
(Ey dost! Muhabbet yolunda kararlılık şarttır,
Zira aşk yolunda döneklere rağbet yoktur.)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.