İMPARATORLUĞUN EN YİĞİT ASKERİ SULTAN IV. MURAD

Sesli Dinle
A -
A +

Osmanlı tarihçileri onu, Kanuni Sultan Süleyman ile Sultan II. Mahmud arasındaki 242 yıl içinde gelen Osmanlı padişahlarının en büyüğü olarak vasıflandırır. Hammer’e göre Sultan IV. Murad, devletin ömrünü ve büyüklüğünü yarım asır uzatmıştır.

 

En büyük beş Roma imparatorundan biri olup, parlak askerliği ve alçakgönüllü idareciliği ile tanınan Traianus’a (53-117) benzetilir. Asrının en büyük mareşallerinden, yani muharebe kazanmış kumandanlarından idi. İmparatorluğu canlandırdı. Yaşasaydı, memleketi Kanuni Sultan Süleyman devrindeki hâline getirebileceğine inanılmıştır.

 

Tarihçi Naîma der ki: “Karakter ve kabiliyet cihetiyle Sultan I. Selim’e fevkalade benzerdi. Ama tahta çıktığında devleti onun bulduğu gibi bulmadı. Ordu nizamsız, asayiş bozuk, maliye perişandı. Sultan Selim, tahta çıktığında 42; o ise 12 yaşındaydı. Sultan Selim’in tecrübelerinden mahrumdu. Onun için bir cihangir olamadı. Ama her sahada muvaffakiyet kazandı. Büyük kumandan, büyük devlet adamı, büyük diplomattı. Çok sertti. Ama haklı söze gücenmez, kulak verirdi. Etrafında kıymetli devlet adamı yoktu. Olsaydı, kendisinden önce gelen hükümdarları gölgede bırakırdı.”

 

 

 

Yalanın ateşi!

 

 

 

Ortadan uzun boylu, geniş omuzlu idi. Güzel giyinirdi. Atlara çok düşkündü. Dünyanın en kıymetli atlarını Topkapı Sarayı ahırına toplamıştı. Ava düşkündü.

 

Zevk-i selim sahibiydi. Eğlenceyi severdi. Sık sık mesirelere çıkardı. Aynı çağda yaşamış bir Fransız seyyahı Vincent de Stochove, “İmparatorluğunun en yakışıklı adamı ve en yiğit askeriydi” der.

 

Elbiseleri, zırhı, miğferleri, kalkanı, gürzü, kılıcı, koşum takımları Topkapı Sarayı’ndadır. 1970’te tarihî hakikatlere pek uymayan IV. Murad piyesinin oynandığı İstanbul Kültür Sarayı yandı.

 

Gala günü teşhir için saraydan getirilen, kaftanı, kılıcı, entarisi, annesine gönderdiği ferman, hattat Hafız Mehmed’in yazdığı Mushaf ve bir İtalyan ressama ait tablosu yandı; Bağdad Seferi’nde giydiği zırh da hasar gördü.

 

 

 

Tatlı sert

 

 

 

Cesareti, kahramanlığı, her meşakkate tahammülü, keskin zekâsı, birçok hüneri, askerî dehası, hayranlık uyandırırdı. İyi binici, fevkalade sportmen, her türlü silahı kullanmakta mahir, görülmemiş derecede kuvvetli idi.

 

Atıcılık, süvarilik ve silahşörlükte imparatorlukta benzeri olmadığına herkes müttefikti. En azgın bir attan bir diğerine yere inmeden atlayabilirdi. Revan seferinde Aras Nehri'ni geçerken suya kapılıp boğulmakta olan zırhlı bir askeri tek eliyle yakasından tutup kıyıya kadar çekmiş, bir kese de altın vermişti.

 

Yayını çektiği ok, bir tüfek menzilinden ileriye düşerdi. Attığı ciridin ve okun delmeyeceği madde yoktu. Silahtar Musa Paşa gibi iri cüsseli bir adamı tek eliyle kuşağından tutarak kaldırıp, birkaç defa odada dolaştırmıştı. 200 okkalık gürzleri rahatça kaldırırdı.

 

Ok müsabakalarında 1070,5 gez mesafeye isabet kaydetmiş; buraya namına bir taş dikilmişti. Ciritle deldiği 12 kalkan hatıra olarak Budapeşte’nin Viyana kapısına, okla deldiği 12 zırh da Kahire kalesine asılmıştı.

 

Evliya Çelebi, güzel sesi, latifeleri ve hazırcevaplığı ile Padişah’ın alakasını çekmiş, hünkâr müezzini ve nedimi olmuştu. Padişah’a dair en popüler hikâyeler, Seyahatname’de anlatılır. Bu sebeple bir mikdar mübalağa bulunması normaldir.

 

 

 

Ağrılarla geçen ömür...

 

 

 

Mübtela olduğu gut hastalığının şiddetli ağrılarını hafifletebilmek için hekimbaşı tarafından verilen afyon hülâsaları (morfin) alırdı. Bu da kendisinde halsizlik ve uyuşukluk yapardı. Zaman zaman sendeleyerek yürüdüğünü görenler padişahın içki içtiğine hükmetmiştir. Kaldı ki o devir, alkolün ağrı kesici olarak tedavide kullanıldığı bir devirdir.

 

Devlet ricâli, Padişah’ın sohbet arkadaşlarından hoşlanmaz; onları Padişah’ı sefahate alıştırmakla itham ederlerdi. Hakkında anlatılan menfi ve mübalağalı şeyler, hep Dimitri Kantemir’den menkuldür. O, tarihinde, sadist ve anormal bir hükümdar tablosu çizmiş, hemen herkesi de inandırmaya muvaffak olmuştur.

 

Babası gibi Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdâî’ye bağlıydı. Mevleviliğe de sempati duyardı. Baba dediği Şeyhülislam Yahya Efendi’yi çok sever ve sayardı.

 

Dinî ilimlere vâkıftı. İkinci seferine çıkmadan evvel kadıların imtihanına bizzat girdi. Onlara bilhassa kelamdan zor sualler sordu.

 

Fikri daima devlet işleriyle meşguldü. Her şeyi bilip öğrenmek isterdi. Machiavelli’nin Il Principe (Hükümdar) adlı eserini tercüme ettirip okumuştur.

 

 

 

Kutu

 

Murat Suyu

 

 

 

Selden harab olmuş olan Kâbe-i Muazzama’nın bugünkü binasını 1635’te yaptırdı. Onun hatırasına ithafen Mescid-i Harâm’da bir kapıya Bâb-ı Murâdî denir. Kâbe’ye yaptırdığı altın kapı, şimdi Mekke Müzesi’ndedir.

 

Karaköy Arab Câmii’ni harab bir bina iken şimdiki hâle getirmiştir. Annesi Mahpeyker Valide Sultan için Üsküdar’da Çinili Cami ve mektebi onun zamanında inşa olundu.

 

Bağdad’da İmam Ebu Hanife ve Abdülkadir Geylani türbelerini tamir ettirdi. İkinci defa fethedilen Bağdad, Hemedan, Dergezin, Revan, Cevres, Hoy, Behistan, Tebriz, Erzurum ve sair beldelerde mescidler, medreseler, mektepler yaptırdı.

 

Bağdad Seferi esnasında Şeyh Abdurrahman Erzincani’nin ruhu için Adıyaman’da Zey Camii’ni, Elaziz Mollakendi’de Ahmed Peykeri’nin ruhu için Mollakendi Camii’ni, ayrıca Çerkeş’te (1944’te yıkılan) Muradiye Camii’ni yaptırdı. Çorum Ulu Camii’yi tamir ettirdi. Yanına medrese yaptırıp akarlar vakfetti.

 

Revan Seferi sırasında yanında götürdüğü ve Kargı’da hastalanarak vefat eden zevcesi Mihri Hatun’un burada bir cami, hamam ve değirmen yapılmasına dair vasiyeti icra olunmuştur.

 

İstanbul Boğazı’nda Kavaklar’daki kaleleri yaptırdı. Birçok şehrin surlarını tamir ettirdi. Topkapı Sarayı’nda Revan ve Bağdad zaferinin hatırasına yaptırdığı iki köşk, devrin en zarif mimari eserlerindendir.

 

Fırat’ın en büyük kollarından Murat Suyu, onun adını taşır. Çünkü üzerinde köprüler ve yanında hanlar inşa ettirmişti.

 

 

 

Kutu

 

'Ben de böylesini isterdim'

 

 

 

Büyük bir Lehistan seferine hazırlanıyor, ağabeyi Sultan II. Osman’ın Hotin’de yarım bıraktığı işi tamamlamak istiyordu. Bunun üzerine Lehistan, Alexander Trzebinski adında bir sefir gönderdi ve Kanuni Sultan Süleyman devrindeki esaslara dayalı bir sulh istedi.

 

Padişah, bu teklifi reddetti. Kral vergi vermeye, Dinyester istihkamlarını tahribe razı olmadıkça ve Karadeniz sahillerini mütemadiyen vuran Kazakları imha etmedikçe sulhtan bahsedilemeyeceğini kati bir lisanla beyan etti. Elçi bu kadar ağır şartlara, harbi tercih edeceklerini korkusuzca söyledi.

 

Padişah bunun üzerine elini kılıcına götürerek gürledi: “Benim milletleri kılıcının önünde titreten bir hükümdar olduğumu bilmiyor musun?” dedi. Elçi şu cevabı verdi: “Sizin büyük bir hükümdar olduğunuzu biliyorum. Lakin beni gönderen de sizin gibi bir hükümdardır.”

 

Sultan Murad bunun üzerine “O hâlde sayısız askerlerim Lehistan’ı istila edecektir” diye sesini yükseltti. Elçi metanetini kaybetmedi. “Ordularınızın hâkimi sizsiniz. Lakin zaferin hakimi Allah’tır. Kralımız da kılıcının çekecektir ve Hotin’de bizi terk etmemiş olan kadere tam itimadı vardır” dedi.

 

Elçinin cesaret ve vakarına, sadakat ve bilgeliğine hayran kalan Padişah, hazır bulunanlara dönerek, “Ben de bana böyle hizmet edecek birini isterdim” demekten kendisini alamamıştır.

 

 

 

Kutu

 

Sende asker yok mudur?

 

 

 

Âlimleri, sanatkârları ve şairleri himaye ederdi. Ağabeyinin aksine çok cömertti. Bunlara bol hediye verirdi. Onlarla görüşmekten hoşlanırdı.

 

Şeyhülislam Yahya Efendi, şair Nefi, edebiyat tarihçisi Nevizade Atai, tarihçi Peçevi ve Mehmed Halife, seyyah Evliya Çelebi, coğrafyacı Kâtip Çelebi, Hammer’in “Türk Monteskiyösü” dediği Koçi Bey gibi büyük adamlar onun ihtişamlı zamanında yaşadı.

 

Padişah’ın yazısı pek güzeldi. Devrin kuvvetli hattatlarından sayılır. Nefis hatt-ı hümayunları Millet Kütüphanesi’nde mevcuttur.

 

Usta bir bestekârdı. Mehter havaları bestelemiştir. Meşhur Hücum Marşı Padişah’ın bestesidir, ama notası Ali Ufki Bey’in mecmuasında bulunduğu için hatalı olarak onun zannedilir.

 

Siyasi meselelerde sert olmasına rağmen, hassas bir kalbe sahipti. Çocukluğundan beri şahit oldukları sebebiyle, ketum ve gamlı bir karakteri vardı. 'Muradî' mahlasıyla şiirler yazardı. Usta bir şairdi. Şu beyti pek güzeldir:

 

Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?

 

Ezelden tıynet-i gamla bina olmuş bedendir bu?

 

Sadrazam Hafız Paşa’nın Bağdad’dan Padişah’a arz ettiği,

 

Aldı etrafı adüv, imdâda asker yok mudur?

 

Din yolunda baş verir bir merd-i server yok mudur?

 

diye başlayan tazarrunamesine, Padişah’ın,

 

Hâfızâ, Bağdad’a imdâd etmeye er yok mudur?

 

Bizden istimdad edersin sende asker yok mudur?

 

diye başlayan manzum cevabı meşhurdur. Bu, Osmanlı padişahlarının çevresiyle kurduğu zarif münasebetin delilidir.

 

Şu münacatı ise çok samimidir:

 

İlahî, izzetin hakkı beni lütfunla yâd eyle

 

Açıp tab-ı hazînim gül gibi hâtır-küşâd eyle

 

 

 

Tarîk-i müstakîme girdirip a’lâ ve ednâyı

 

Şeriatten ayırma fi’limiz adl ile dâd eyle

 

 

 

Muzaffer kıl hemîşe düşman üzre ehl-i İslâmı

 

Adüvvü sernigün eyle bizi nusretle şâd eyle

 

 

 

Murâdım üzre devr etsin felek ya rabbî lütfunla

 

Nizâm-ı mülk için in’am u ihsânın ziyâde eyle

 

 

 

Murâdî bendini ayırma ya rabbî lütfu cûdundan

 

Murâdın ver murâdı üzre lütf et bermurâd eyle

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.