Yıllar önceki bir makalemde şöyle bir cümle kurmuştum: “Savaş ve acı hiçbir zaman hayatımızdan eksik olmayacak, ancak sosyal medya bunları normalleştirecek.” Günümüzde ise bu söz daha da anlam kazanıyor. Rusya-Ukrayna, İsrail-Gazze, İsrail-İran gibi çatışmaların ardı arkası kesilmeyen, yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan gelişmeleri izliyoruz. Ama bizler, artık kaybolan hayatlar veya ölen çocuklar yerine, petrol fiyatlarındaki hareketleri ve uluslararası siyaset arenasındaki kasvetli taktikleri takip ediyoruz.
Ekonomist olduğumuz için elbette meselenin ekonomik tarafına bakmaya mecbur kalıyoruz. Tüm haber ajansları bizlere aynı basmakalıp soruyu soruyor:
"Peki, tüm bu karmaşanın içinde hangi ekonomik göstergeler ön plana çıkıyor?" Çaresi yok, cevap veriyoruz.
Tabii ki en önemli yan etki enerji fiyatlarındaki ani yükselme ve piyasalardaki dalgalanmalar. Geçen haftaya göre petrol fiyatları yine yüksek seyretmekte; Brent petrol geçen haftaya göre 10 dolar artarken, bu seviyede dengelenmeye çalışıyor. Petrol ithal eden ülkelerin bu gelişmeyi endişeyle izledikleri görülüyor.
Tüm bunlara ek olarak çatışma başlayınca hızla yükselen altın tekrar 3300 dolar seviyesine geriledi, borsalar ise sanki toparlanma sinyali veriyor. Ama gerçek şu ki, çatışmalar devam ediyor ve tansiyon hiç düşmüyor. Sadece İran’ın şartlı bir uzlaşma teklifinin piyasalara bahane olması, dikkatleri asıl çatışma ve jeopolitik risklerden uzaklaştırmaya çalışıyor.
Eski bir deyimdir: “Piyade ayak basmadan savaş kazanılmaz...” Bu özdeyişin tek istisnası nükleer saldırı olur. Ancak “second strike capability” dediğimiz, karşılıklı nükleer cevap yaşanırsa, kimsenin sevinemeyeceği bir zafer ile karşı karşıya kalırız. Nükleer savaş olmadan ABD çatışmaya dâhil olursa, ciddi bir resesyon yaşarız. Resesyonu bin kere tercih ederim.
İran, şu anda yalnız değil; Rusya, Pakistan ve Kuzey Kore gibi nükleer güçler, açıkça desteklerini ilan ediyorlar. Bu durum, jeopolitik dengeleri daha da karmaşık hâle getiriyor. Ekonomik anlamda, petrol ve enerji sektörü bu savaşların ve çatışmaların en büyük bedelini ödeyen sektörler. Örneğin, Brent petrol fiyatları geçtiğimiz yıllarda 140 dolar/varil seviyesine geldikten sonra, geleceğe enflasyon ihraç edildi desem yanlış olmaz. Birçok gelişmekte olan ülke, enerji ithalatı nedeniyle bütçelerinde ciddi sarsıntılar yaşadı. Hâlâ o sarsıntıları atlatmaya çalışıyorlar.
Tekrar yükselişe geçen petrol ve doğalgaz fiyatları enflasyonu dizginlemeyi zorlaştırır. Dolayısıyla, enflasyon ve faiz oranlarını düşük tutmak, enerji fiyatlarındaki yüksekliğe bağlı ciddi bir mücadele alanı hâline geliyor. Bu durumda Fed'in ilk toplantıda faizleri olduğu gibi bırakacağını söylesek yanlış olmaz.
Ayrıca, gelişmiş ülkelerin ve büyük enerji ihraç eden devletlerin ekonomik politikaları da bu riskleri büyütüyor. Örneğin, ABD’de enerji sektörü ve petrol devleri, yüksek enerji fiyatlarına dayanabilmek için çeşitli stratejiler izliyor. Geride bıraktığımız dönemde petrol fiyatlarının 100 dolar seviyesini aşması ile birlikte, büyük üreticiler ve stratejik rezervler, piyasayı dengelemek adına birkaç kez arz kısıtlaması ya da müdahale ihtimali üzerinde düşündüler. Aynı zamanda, enerji sektörüne büyük yatırımlar yapan ülkeler, enerji fiyatlarındaki iniş çıkışlara hazırlıklı değiller. Finlandiya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde, enerji maliyetlerinin, toplam üretim giderlerindeki payı yüksek seviyelerine ulaşmış durumda. Bu da, enerji fiyatlarındaki her artışın, ekonomik büyümeyi ya durduracağını ya da en azından yavaşlatacağını gösteriyor.
İşte, bu kriz ortamında temel gerçeklerden birisi yine ortaya çıkıyor: Enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar, sadece piyasanın değil, ekonomik politikaların da kırılganlığını gözler önüne seriyor. Kamu maliyesi de bu yükselişlerden doğrudan etkileniyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, enerji maliyetlerinin yükselmesiyle dengeler bozuluyor, kamu bütçesi sıkıntıya giriyor, borçlanma maliyetleri de yükseliyor. Enflasyonla mücadele her zamankinden daha zorlaşıyor ve merkez bankalarının faiz politikalarını yönlendirmesi giderek karmaşıklaşıyor.
Ayrıca, enerji fiyatlarının hareketleri, finansal piyasalardaki risk algısını da ciddi şekilde etkiliyor. Özellikle enerji fiyatlarındaki ani yükselişler, gelişmekte olan ülkelerde döviz kurlarını zorluyor; dolar veya avro gibi rezerv paralar talep artarken, yerel para birimleri hızla değer kaybediyor. Dolayısıyla, enerji krizleri toplam ekonomik istikrarı tehdit eden unsurlar hâline geliyor. Ekonomik büyüme ve istihdam üzerinde olumsuz etkileri de cabası...
Bir başka kritik nokta ise, enerji fiyatlarındaki bu belirsizliğin, küresel tedarik zincirlerini ve üretim maliyetlerini nasıl altüst ettiği. Özellikle sanayide, ham madde ve enerji maliyetlerin artmasıyla birlikte, üretim kârlılığı azalıyor ve rekabetçilik zorlanıyor. Bu ortamda, birçok ülke ve firma, enerji verimliliği ve alternatif kaynak arayışlarına hız verdi. Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerjilere yatırım yapılması ise, uzun vadede enerji bağımsızlığı ve fiyat istikrarı için önemli adımlar olarak görülüyor. Körfez ülkelerinin "petrolden sonra hayat" çalışmalarına başladığını da hatırlatmak istiyorum.
Kısaca özetlemek gerekirse: Enerji fiyatlarındaki ani yükselişler ve çatışmaların tetiklediği jeopolitik riskler, küresel ekonomiyi ciddi biçimde sallamaya devam edecek. Bu şartlarda, ekonomik politika yapıcılar, kontrollü ve sürdürülebilir stratejiler belirlemek zorunda. Aksi takdirde, yüksek enflasyon, finansal istikrarsızlık ve büyüme yavaşlaması kaçınılmaz hâle gelir.
Sonuç olarak, önümüzdeki dönemlerde enerji ve jeopolitik riskler, ekonomilerin en önemli sınavlarından biri olacak. Bu ortamda, ekonomik temelleri sağlam tutmak, enerji bağımlılığını azaltmak ve çeşitli kriz senaryolarına hazırlıklı olmak, ülkelerin hayatta kalması açısından kaçınılmazdır. Tüm bu gelişmeler, bize gösteriyor ki; enerji güvenliği ve fiyat istikrarı sadece ekonomik değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ve diplomasi meseleleriyle de yakından ilişkili. Bu nedenle, karar vericilerin, piyasa oyuncularının ve ekonomistlerin uyum içinde ve istişare kanalını bozmadan hareket edip, esnek ve akılcı politikalar geliştirmesi elzem görünüyor.
Aksi takdirde ABD veya büyük ekonomilerden kaynaklanacak yeni bir finansal kriz yaşama ihtimalimiz yükselir. Daha önce yazdığımız bir makalede belirttiğim gibi, bu sorunu çözecek reçete asla savaş olamaz.
Prof. Dr. Emre Alkin'in önceki yazıları...