"Allah belasını..." demişti ki, hemen müdahâle ettim!..

A -
A +
"Allah belasını..." demişti ki,
hemen müdahâle ettim!..
 
"Sakın devamını getirme! Vara-yoğa bela okumak, bir kardeşimize yakışır mı?" diye çıkıştım. Kısa bir sessizlik oldu..."
 
Bekleyenlerden tahammülsüz biri;
 
"Allah belasını..." demişti ki, içeriden müdahâle ettim. Yerimden kalktım, onları görecek şekilde kapının önüne dikildim;
 
"Sakın devamını getirme! Vara-yoğa bela okumak, bir kardeşimize yakışır mı?" diye çıkıştım. Kısa bir sessizlik oldu. Koridorun diğer ucunda bir çift ayak sesi belli belirsiz duyulmaya başlandı. Gözler o tarafa çevrildi. Elinde şemsiyesi, üstü başı sırılsıklam olmuş, orta yaşta ve orta boy, koyu renk takım elbiseli, gözlüklü biri bize doğru geliyordu. Kapının önüne toplanmış çalışanlara selâm verirken ben sessizce yerime geçiverdim.
 
- Burayı tarif ettiler yukarıdan. Ragıp Beyin odası neresi?
 
- Şu açık kapı... deyip yine camın önüne yığıldılar. Yağmur için hâlâ; "zamanı gelince diner!” diyorlardı.
Gelen Bey, açık kapıya iyice sokuldu. Birkaç lambanın gündüzmüş gibi aydınlattığı odama gülümseyerek baktı. Koltuğunun altında deri bir çanta vardı. Belli ki ıslanmasın diye itinayla muhafaza ediyordu. Çalışanlarının bile servise gitmeye cesaret edemediği bu havada; ta Kadıköy’den çıkıp gelen bu vefakâr misafirim, işte tam karşımda sözünde durma numunesi sergiliyordu. Adamı sırılsıklam bu geç vakitte, 'artık gelmez' dediğim bir zamanda karşımda görünce ne diyeceğimi şaşırdım. Ne zaman yola çıkmıştı da mesai bitiminde ancak gelebilmişti. Ya odamda olmasaydım, bu fedakâr adam için nasıl bir yıkım olurdu? Fazla düşünmek bile istemeden hızla masamdan kalktım, bütün kalbimle kucakladım:
 
- Telefonda görüştüğümüz Murat Bey olmalısın...
- Evet, tam bir haftadır akşam-sabah konuştuğunuz zat...
- Ben dedim, bu havada gelemezsiniz ama mâşâallah...
 
Sözümü kesti:
 
- Ne demek gelemezmişim Ragıp Bey? Bir kere söz verdik, ancak ölüm mâni olurdu!
- Allahü teâlâ imân selâmeti ve gecinden versin. Ne diyeyim bilmem ki? Sözünün eriymişsin vesselâm. Bari ceketini çıkar, şöyle asalım, kurusun.
 
- Olur, diyerek çıkardı. Her ne kadar vermek istemese de alıp münasip bir yere astım.
Odanın iki tarafında iki takım oturma grubu vardı. Açık sehpaların üzerinde program dosyaları yorgunluktan yan gelmiş yatan ameleler gibi görünüyordu. Murat Bey, bir şey bulmuş heyecanı ile çevreye göz attı. Kafasından bir hesap yaptı. Gösterdiğim yere oturmadan koltuğunun altında taşıdığı çantasını açtı. Beş altı adet el yazısıyla yazılı dosya kâğıdını çıkardı. Bana dönerek:
- Çok mühimdi, gelmem lâzımdı. Allahü teâlâ da fırsat verdi, sağ-salim işte karşınızdayım...
- Bu havada acelesi neydi?
- Söz verdim bir kere...
- Telefon etseydiniz, münasip bir güne ertelerdik...
- Yalnız söz verdiğim siz değildiniz... Her gün beni hesaba çeken Hacı Annemiz vardı bir de... Onu kıramazdım...
 
- Ama çok zahmet çektiniz. Süreyyapaşa nere, burası nere, hem de bu havada...
- Değdi... Şunlar, bahsettiğim Hacı Annemizin şiirleri, size hediye. İster gazetenizde yayınlatın, ister televizyonda okutun, ister saklayın veya atın fark etmez, tamamen serbestsiniz. Ben emaneti yerine ulaştırdım ya, gönlüm ferah, kalbim rahat... DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.