"Ragıp, bak biz okuyamadık" diyerek nasırlı ellerini gösterdi. Çatlaklarla doluydu. Zavallının üzüntüsü her hâlinden belliydi.
Ertesi günü erkenden çıkıp geldi. Ben de masamı toparlamış henüz çayımı yudumluyordum. Çok hatıralarımız olan bu asil arkadaşım yerimi, imkânlarımı hayranlıkla takip ediyordu;
"Ragıp, bak biz okuyamadık" diyerek nasırlı ellerini gösterdi. Çatlaklarla doluydu. Zavallının üzüntüsü her hâlinden belliydi. Ona mümkün olduğu kadar süse-püse aldırmamasını, mühim olan sağlıklı ve imân-ı kâmil olunması... Dilim döndüğünce bu iki esasın lüzum ve ehemmiyetini anlattım.
İFPAŞ'ı gezdirdim. Temiz aydınlık koridorlardan geçerek kocaman geniş granit merdivenlerden çıktık. Montaj odasına köylüm bayıldı. Çok harikulâde buldu. Yerde güzel bir kilim yayılıydı. Duvarlar yaptığımız filmlerin afiş veya sahne resimleriyle süslenmişti.
Deri koltuklarına fes rengi jaluzilerden sızan ışık, insanı âdeta büyülüyordu. Karşı karşıya oturduk. Yeni filmin fragmanına hayran oldu.
"Kendimi bir rüyanın içinde sanıyorum!" dedi.
Çaylardan sonra ofisimdekilerden müsaade isteyerek veda ettik, yürüdük.
- Burası hep İhlas'a mı ait?
- Evet.
- O hâlde insanlar niçin panik içinde? Bu şirket herkesin borcunu öder.
- Pekâlâ, öder de insanlarda o sabır yok! dedim.
- !!!
Sisli bir hava, bulutlu, karanlık bir sema, yüksek İhlas Yuva Evleri, tenha parkların sükûnuna sanki acı bir hüzün karıştırıyordu. Yolda aklıma gelenleri sordum. Ölenler, evlenenler, göç edenlerden bahsetti, gayr-i ihtiyari hüzünlendim. Birçoğunun aşını, ekmeğini yemiştim. Kartla site kapısını açıp girdiğimizde arkadaşımın hayranlığı biraz daha arttı. Tek odalı toprak damlarından gökdelenlerin bulunduğu bir siteye gelmek onun için erişilmesi zor bir şeydi. C/3 Blok'a yaklaşırken bir araba, hızla önümüzden, âdeta bizden kaçar gibi gaza basarak uzaklaştı. Aklıma bir şey gelmedi tabii. Her zaman kapalı tutulan blokun kapısı açıktı. Mânâ veremedim, asansöre binip katımıza çıkınca kapımızın da açık olduğunu gördüm, işkillendim. Hiç alışık olmadığım, görmediğim şeydi bunlar. Zile dokundum. Hanım geldi ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Sakin olmaya çalışıyordu. İlkokula giden küçük kerimem ile torunum da ağlayarak koşuştular:
- Ne oldu size, niye ağlıyorsunuz?
- Bilgisayarımızı götürdüler!
- Kim, ne diye götürdü? Hanım neler oldu bu evde benim haberim yok?
- Fırsat bulamadık ki, az önce zil çaldı. Kapıyı açtım. İki üç bey; 'icradan geliyoruz' deyip ayakkabılarını çıkarmadan içeri daldılar. Durduramadım. Bir şeyler yazıp çizdiler ve en sonunda da çocukların odasındaki bilgisayarı; ağlata ağlata toplayıp aldılar. Bu ne iştir? Hiç görmemiştik, ne yaptın ne ettin ki evimize icra geldi?
- Demek dün adres soranlar bunlardı… Bir kâğıt bırakmadılar mı?
Gözleri dolu dolu aynanın önünü gösterdi. Baktım, E. Destan'a verdiğim senedin vaktinde ödenmemesinden dolayı olduğunu anladım. Birkaç ay önce odamdaki o masum duruşlarını hatırladım.
Bizleri düşlemişsin,
Ne suçlar işlemişsin,
Verdiğin senetlerden,
Kimleri haşlamışsın?
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...