Bahçeden gelen horoz sesleri sabah vaktini müjdeliyordu...

A -
A +

Bugün, çok zor duruma düştüğüm bir hatıramdan bahsedeceğim. Birkaç kardeşim, hayatımdaki en komik durumu soruyorlardı.

 

 

 

Öyle veya böyle tenkit edilmeden takdir görmek her fâni gibi benim de hoşuma gidiyor.

 

Şunu buradan samimiyetle itiraf edeyim; şimdiye kadar yaptığım sayısız hatâlarımı, kusurlarımı görmediğiniz için binlerce kez teşekkür ederim kıymetli okuyucularım...

 

     ***

 

Bugün, çok zor duruma düştüğüm ve o kadar da komik olan bir hatıramdan bahsedeceğim. Birkaç kardeşim, hayatımdaki en komik durumu soruyorlardı. Bu yazdıklarım o kardeşlerimizin bizi o yönde teşvik etmelerinden dolayı kaleme alındı.

 

"Hoş olur hedikleri,/Tatlıdır yedikleri,/Nasıl hoşa gitmez ki,/Doğrudur dedikleri!"

 

          ***

 

Upuzun uzandığım yatağımın içinde sebebini bilemediğim duygularla doluydum. Gözlerimi kapadım, ne yaptım ne ettiysem bir türlü uyuyamıyordum. Güzeller güzeli numune insan Mübarek hocamı düşündüm. Çocukluğunu, Reşadiye Numune mektebine gidişini, Haliç boyunca uzanan zümrüt yeşili mesire yerlerinde çocukça koşturmalarını, daha dün gibi evini, mahallesini, Efendi hazretleriyle (Abdülhakîm Arvasî) tanışmalarını, ilk duyduğu cümleleri, “Küçük Efendi ben seni sevdim...” daha neler neleri, tek tek hayal ettim... “Ah Merhametli Efendim…” diye söylendim.

 

Her nedense “Merhamet” derken Enver Abimiz geldi gözümün önüne. Uykum kaçtı, neşem iyice arttı. Ona karşı nasıl davranacağımı bir türlü bilemiyordum. Bu yüzden hep kendimi suçlardım. “Olmadı! İşte bu hiç olmadı. Derviş kitabında böyle bir şey var mı? Muhabbete sığar mı? Sebepsiz, bir gönül adamından çekinmek nerede yazılı?” dedim içimden.

 

Onu sevmek, uzaktan yakından akraba olma, amir memur olma, aynı şeyleri sevme işine de hiç benzemiyordu. Bu ne biçim şeydi. “Muhabbet öyle anlatılmaz, o yalnız yaşanır ve kalpte hissedilir sadece. Tarife sığdıramazsın. Kelimeler az gelir, zayıf kalır cümlelerin” diyecek oldum, vazgeçtim. Hayal kurmasını pek severdim oldum olası. Hüsna nineciğimden sık sık duyduğum; “Gerdanlı oğlum, kazanırsan dost kazan, uzağa gitme hiç, düşmanı anan bile doğurur” sözleri kulaklarımda yankılandı. İçimi okşadı huzurla...

 

Muhayyilemi derinleştirmek, bilhassa bu bitmesini hiç istemediğim düşüncelerin devam etmesi için yorganı üstüme çektim. Nafile! Kabıma da yatağıma da sığmıyordum. Kalktım, pencereye koştum. Dantel perdeleri yavaşça kaldırdım. Güneşte kavrulmuş, yer yer çatlamış ahşap sürgüyü yavaşça yukarı ittim. Mandalı yerleştirdim. Ilık seher rüzgârı yüzümü yalayarak odaya doldu. Yanı başımızdaki yavruağzı boyalı biblo gibi duran iki katlı evin mini bahçesinden gelen horoz sesleri sabah vaktini müjdeliyordu.

 

"Herkes seni satsa da,/Tutup yardan atsa da,/Allah’tan ümit kesme!/Gemilerin batsa da..."

 

Derin soluklandım... Kendi kendime konuşarak, ufukta beliren alaca şeffaflığa oradan da bu iki katlı hane-i saadete daldım. Bir nur gibi Hocam karşımdaymış gibi o tarafa tebessüm ederek bakıyordum. Zaman, mekân durmuştu sanki. Yürekceğizim kabarmış, taşacakmış gibiydi. Sevinç, muhabbet, anlatılması zor bir haz içindeydim. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.