"Bana kimi acıyor, kimi dalga geçiyor, gönül eğlendiriyordu"

A -
A +

Bir gün önlerinden geçtiğim bir topluluktan kulağıma şöyle sesler geldi: “Meczuptan başka ne beklenir? Delidir, ne yapsa yeridir!"

 

 

 

Kestiğim koyunları mahallenin birkaç yerine asınca, bu durumu gören ahaliye gün doğmuştu. “Bu adam iyice kafayı yedi!” diyor, her yerde benim deliliğimi söyleyip gülüyorlardı.

 

Bir gün de önlerinden geçtiğim bir topluluktan kulağıma şöyle sesler geldi: “Meczuptan başka ne beklenir? Delidir, ne yapsa yeridir! O zavallı ağlanacak hâlde, hep böyle zâten!” Güya kimi acıyor, kimi de dalga geçiyor, gönül eğlendiriyordu…

 

Aradan günler geçtikçe, kendi ayaklarından asılan hayvanlar kokmaya başladı. Ayırım yapmadan bütün mahalle zarar görüyordu. Kokudan durulmaz hâle gelince de yine aynı kişiler Hârûn Reşîd’e gidip durumu anlatmışlar. Sultan’ımız beni tekrar saraya çağırdı “Ne yapmak istiyorsun  Behlül?” diye sordu sitem ederek:

 

- Derdimi anlatmaya çalışıyorum Sultan’ım.

 

- Bu ne biçim dert anlatmakmış? Başka yolu yok muydu? Hiç olacak şey mi  Behlül?

 

- Sultan’ım kötü bir şey yapmadım. Sadece her koyunu kendi bacağından astım!

 

- Nasıl “kötü bir şey yapmadım” diyebiliyorsun  Behlül? Pis kokular sarayıma ulaştı!

 

- Sultan’ım! Bu pis kokuları duyanlar bir kötünün herkese zararı olduğunu herhâlde anlamışlardır. Her koyunu kendi bacağından astım ama iğrenç kokusu herkesi rahatsız etti. Bu hakikati onlara gösterdim!..

 

          ***

 

Bu kokuların herkesi rahatsız ettiği çok konuşulmuş olmalı ki bir gün yolda yürürken çocukların saldırısına uğradım. Ellerine ne geçiyorsa üzerime üzerime atmaya başladılar. Taşın birisi başıma isabet etti ince bir kan yüzüme doğru akmaya başladı. Onların kırılıp incinmesini hiç istemiyordum.

 

“Ey çocuklar! Ben, Allahü teâlâya tevekkül ettim. O elbette bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ancak Allahü teâlâya yaklaşmak insana rahatlık verir!” dedim, çocuklar üzülmesin diye de güldüm. Yanımdan geçen biri “Ey Divane! İnsanlara ezâ ve cefâ yapanlar hiç merhametli olur mu?” dedi. Ben dayanamadım.

 

- Hey kardeş! Onlar çocuk, masum ve günahsızlar. Bunu bilmek yetmez mi? Hem onlara merhametten mâadâ bir şeyim olmaz.

 

- Ey  Behlül, çocuklar sana taşla vuruyorlar, sen onlara merhamet ediyorsun. Bu nasıl iştir?

 

- Sus! Allahü teâlâ, benim üzüntü ve acımı, onların da sevincinin çokluğunu elbet biliyor. Bâzımızı, bâzımıza bağışlaması ümit edilir.

 

Adam yakamı bir türlü bırakmıyordu:

 

- Ey  Behlül! Ciğerparem! Canım evladım vefât etti.

 

- Ölmeyecek insan mı var? Biz de ha bugün, ha yarın aynı şerbetten içeceğiz. Allahü teâlâ rahmet eylesin. Başınız sağ olsun.

 

- Âmin âmin, ecmain! Kabir taşına ne yazayım ey  Behlül Dânâ?

 

- Şöyle "Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu, bil ki şu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir…” yaz dedim. Adam önce şaşırdı, sonra ağlamaya başladı. Tabii ki ben de elimde olmadan ağladım. Ağlamak ne büyük nimetmiş meğer.

 

Emin yerlere git ki, geri gelebilesin,

 

Kimseyi ağlatma ki, rahat gülebilesin!

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.