Bir azar işitmiş gibi boş gözlerle yüzüne baktım

A -
A +

"Anlaşıldı! Önce peşin hükümleri aşmalıyız... Senin nene lâzım onların şekli, şemâili? Haydi, burasını bi iyice gezelim."

 

 

 

Deminden beri şahid olduklarım, gözümle görüp, kulağımla işittiklerimle de olsa hemen karar veremiyordum. Çünkü üzerimdeki emanet çok muteber, pek kıymetliydi. Bu ahlâken çökmüş olduklarını zannettiğim insanlardan ne bekleyecektim ki? Yine de bizzat yapıp yaşayıp elimle sıkı sıkıya tutup hissetmeyince bir şeyin iyi mi, kötü mü olacağına hükmedemiyordum. Göz de, kulak da birer malumat edinme kovuğu değil miydi yoksa? Yalanlar-dolanlar hep bize bu dört kapıdan girmez miydi? Fakat tecrübe, bizzat yaparak yaşayarak öğrenme elbette farklıydı, hiç tereddüt, şüphe bırakmazdı insanda. Bütün hurafeler, bâtıl, bozuk itikâdlar dimâğımıza hücum etmek için göz ve kulak yolunu kullanırdı. Yücel Bey, garip hâlime bakarak yeniden gülümsedi:

 

- Boş ver, fazla ciddiye alma... Böyle göründüklerine de bakma, onların bize hiçbir zararı dokunmaz!

 

Bir azar işitmiş gibi boş gözlerle yüzüne baktım.

 

- Her yeni şeyde tozpembe bir tablo çizilir, sonrası hep hüsran... malumunuz!

 

Bir müddet sustu, sonra cevapladı.

 

- Anlaşıldı! Önce peşin hükümleri aşmalıyız... Senin nene lâzım onların şekli, şemâili? Haydi, burasını bi iyice gezelim. Sıkça karşılaşacağın bu insanlarla tanıştırayım.

 

Konuşmadan boynumu büküp peşine takıldım. Bir masaya yaklaştık, Yücel Bey:

 

- Yeşilçam'a taze kan ve hayat suyu getirecek birisiyle sizi tanıştırayım, Ragıp Bey. TGRT'nin film yapımlarından, dramalarından mesul...

 

- Ooo beklenen adam desene! Hoş geldin hocam.

 

- Sefalar getirdiniz sokağımıza.

 

- Aramızda gördüğümüze memnun olduk.

 

- Teşekkür ederim, teşekkürler...

 

- Ben de... Ben de...

 

- Misafirlerimiz ne içerler?

 

- Açık bir çay...

 

- Benimki şekersiz olsun.

 

Çaylarımızı beklerken Yücel Bey başladı tek tek tanıtmaya:

 

- Çoğunu filmlerden zaten biliyorsun.

 

- Tanımaz olur muyum? Siz söylemeden ben isimlerini sayayım: İşte bu Ali Güney, şu Salih Kırmızı, Ümit Acar, Halil Ergün, pala bıyıklı Yılmaz Köksal, şu da Bilâl İnci, Oltu taşı tesbihi olan Aytekin Akkaya...

 

- O, aynı zamanda hemşehrin de...

 

- Öyle mi? deyip biraz daha yaklaştım. Erzurum'un neresinden, kimlerden olduğunu sordum, karşılıklı el sıkıştık.

 

Burada bir hemşehrimin olması benim için çok mühimdi. Telefonlarımızı alıp verdik.

 

Hepsiyle kırk yıllık ahbapmış gibi sarmaş dolaş kucaklaştık. Çünkü onlarla senelerce sürecek uzun bir sefere çıkacaktık...

 

 

 

Sana akıl, izan vermiş yüce Yaradan,

 

Zalim, kâfir olan nefsi kaldır aradan,

 

Pişman olmak fayda vermez daha sonradan,

 

Elimde olmayan işten nasıl mesul olam?

 

Bu gidiş nereye, söyle Yeşilçam?

 

 

 

Doğru diye yanlış yaptın, asla bıkmadın,

 

Kibir, günah batağına daldın çıkmadın!

 

Daha içindeki putu kırıp yıkmadın,

 

Zamanında tövbe edip pişman olmasam!

 

Ben nerelere giderim, söyle Yeşilçam?

 

 

 

HOCA olsam da çok bilmem, eylerim hitap,

 

Niçin insan okumaz doğru bir kitap?

 

Ömür çabuk geçer gider, düşersin bitap,

 

Hesap günü gelip çatar hem nasıl kaçam?

 

Bundan kurtuluş var mıdır, söyle Yeşilçam?

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.