“Bir kaza olacak ama nasıl?” diye düşünerek uyumuşum!

Sesli Dinle
A -
A +

Ne kadar yol aldığımızı hatırlamıyorum. Canhıraş bağrışmalarla uyandım! Arabanın içinde ne varsa üstüme düşüyordu!

 


Var gücümle Süleyman’ı ittirdim, birlikte karlar üzerine yuvarlandık. Bizi gören bütün talebeler de atladı. Dışarıdan bakınca işin vahametini daha iyi anladık. Koca otobüs, buz tutmuş rampayı çıkamamış kaymış, bir kayaya takılıp öylece kalakalmıştı. Ufak bir hareketle dereye uçabilirdi Allah muhafaza…

 

Vakit ilerliyor, soğuk gittikçe artıyordu. Şartlar dayanılacak gibi değildi… Neden sonra bir kamyon geldi. Bizi bu hâlde görünce acıdı, durdu. Halatlar bağlandı otobüs, düzlüğe çekildi.

 

Vakit akşam olmak üzereydi. Tekrar herkes yerini aldı. Karanlıkta bu kadar gençle virajlı, bakımsız yollarda yolcu taşımak şoförümüzü korkutmuş olmalı ki, kamyoncuya bayağı yalvardı, dil döktü.

 

“Dadaşım, yalvarmana lüzum yok, zaten hâlinizi görüyorum, ne lazım gelirse yaparım. Kamyonumun da bir farı yanmıyor. Ben önde, siz arkamda peş peşe gidelim” diye söz verdi. Karanlıkta yol almak ancak bu şekilde mümkün olacaktı. Kış, gece ve iki vasıtanın tek farıyla Narman’a kadar gidecektik. Başka çaremiz yoktu…

 

“Bir kaza olacak ama nasıl?” diye düşünerek yine uyumuşum. Ne kadar yol aldığımızı hatırlamıyorum. Canhıraş bağrışmalarla tekrar uyandım! Arabanın içinde ne varsa üstüme üstüme düşüyordu! İnsan, valiz, çanta, torba daha neler neler? Kimi kafama, kimi koluma çarpıyordu. Bazen ben de başkalarının üstüne düşüyor, bir yerlere çarpıyor, tutunamıyordum. Korktuğumuz başımıza gelmiş, kaza yapmıştık. Arabamız bir yerden yuvarlanıyordu ama nasıl neticelenecekti? Belli değildi.

 

Ölmek korkusu fena sarsmıştı. Durmadan Kelime-i şehadet getirirken bir taraftan da; “Acaba nasıl öleceğim? Karnıma bir şey mi saplanacak, başıma bir şey mi vuracak?” diye oldukça gergin vaziyette meçhul akıbetimi bekliyordum. Saniyelerin seneler kadar uzun geldiği bu korku dolu anlar bir türlü bitmek bilmiyordu.

 

Birkaç takla attıktan sonra ancak durabildi. Koltukların arasına düşmüştüm. Otobüs parçalanmış, tavan açılmış, kesif kar yağışı görünüyordu. Kafamı, yüzümü, gözümü yokladım, ellerim kanlandı ama aklım başımdaydı. Çabuk toparlandım, bana en yakın ilk boşluktan dışarı çıktım. Ön tarafa koştum. Üzüntüsü had safhadaydı şoförümüzün. Yolun kenarındaki kayanın yanında, ellerini ceplerine koymuş, çaresiz ağlıyordu zavallı. Soğuğa rağmen açık göğsü; kar ve kan bulaşık elbiseleriyle acınacak hâldeydi. Kalın kaşları altında mütehakkim, ağır dönen iri gözlerinden fırlayan nazarlarıyla önündeki darmadağınık olmuş ekmek teknesine bakıp durmadan “ah” çekiyordu! Zaten korku ve kederle perişandım, adamın yıkılmış hâline daha da üzüldüm, içim yandı, kavruldu hepten…

 

Anlaşılmaz bağrışmalar dışında kimseyi göremiyordum. Sesim çıktığı kadar; “Cemil Polat! Cemil İşleyen! Süleyman Yıldız! İsmail Atakul!” diyor, tanıdıklarımın isimlerini sayıyordum. Bütün arkadaşlarımı buldum. Kiminin yüzü, elleri kanlar içinde, kimi bacağını, kimi kolunu tutuyordu… Şükür… ölen, yiten, ağır yaralı olan yoktu… DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.