Hayriye Hanım, öfkesini bastırıp çayları getirmek için mutfağa gitti. Abdülkadir söyleyip duruyordu kendi kendine.
Hayriye Hanım:
- Eee! Neler söylüyorsun öyle? İnsan babası hakkında hiç böyle ileri geri konuşur mu? Okumaktan hiç sıkılınır mı? Hem de Kur’ân-ı kerîmden...
- İşte ben sıkıldım ve bıktım!
- Bir yanlış anlaşılma var galiba! Baştan söyle ne yaptı o mübarek adam sana?
- Ne yapsın beni mahvetti! Bir şey de demedim, sadece başkalarının yaptığı gibi; “Bir senedir gece gündüz ders çalışıyoruz, biz de tatil yapalım, şöyle bir güzel istirahat edelim” dedim. Demez olsaydım! Ben ne cinayet işlemişim meğer! “Sus otur oturduğun yerde terbiyesiz! Bizim istirahatimiz kabirde anlaşıldı mı?’’ dedi, durdu.
- Çok doğrudur söyledikleri oğlum!
- Hep aynısınız! Bir siz mi doğrusunuz?
- !!!
- Yaptığınız işlerin da modası geçmiş! Kafamız da, gidişatımız da birbirine uymuyor değiştirelim bunları! Öğretmenler bize gelecek, onlara karşı ayıp oluyor!
- Ayıp olacak neyimiz var oğlum? Beni böyle sevmeyen sevmesin, evime de gelmesin! Öyle tepeden bakacaklar, işimize, evimize kulp takacaklar arkadaşımız da, komşumuz da olamaz!
- Onlar çok hevesliler size komşu olmaya da!
- Bu çocuk beni kocalttı, bunalttı, bu yaşta deli edecek deliii!.. Suç bende tabii… Babası İstanbul’da diye nazlandırdık, şimdi de okumak ağır gelsin. Samet Hoca gibi nazlandırmayacaksın, mecbur kalacak kabullenmeye…
- !!!
Hayriye Hanım, öfkesini bastırıp çayları getirmek için mutfağa gitti. Abdülkadir hâlâ bir şeyler söyleyip duruyordu kendi kendine. Anacığı, elinde çay tepsisi ile içeri girdiğinde; keder karışımı yorgunluğu yüzünden okunuyordu.
- Beni dinlemiyor musun ana?
- Dinlemez olur muyum, dinliyorum oğlum! Düşünüyorum da…
- Neyi?
- Şey…
- Ağzında geveleme ana, ne söyleyeceksen söyle!
- Seneler evvel ben de senin gibi İdris dedemin okutmasından sıkılıp anama gitmiş, ağlayıp zırlamış, okumayacağımı, artık medreseye dönmeyeceğimi söylemiştim! Etme bulma…
- Dilinin altında saklama ana! Ne söyleyeceksen açık söyle!
- !!!
DEVAMI YARIN