"Bizim hayatımızda maneviyata dair hiçbir şey yoktu..."

A -
A +

Anlatılanları gözümü kırpmadan dinlediğimi fark eden misafirim; "Bari çayları tazeletin Ragıp Bey" diyerek espri yaptı. 

 

 

 

Murat Bey hararetle anlatıyordu:

 

-Abone olduğumuz Türkiye gazetesi, hiç duymadığımız, bilmediğimiz şeylerden bahsediyor, bize yepyeni bir dünya, yepyeni ufuklar açıyordu. Hanım bana, ben hanıma bakıştık. "Hacı Anne haklıymış Murat Bey" dedi, hayat arkadaşım. O sevinçle evine gidip durumu anlattık ve gazeteye de abone olduk. Artık sadık bir takipçisiydik. Sonra TGRT yayına başladı. Bu sefer de her gördüğüne; "Türkiye gazetesini okuyun, TGRT'yi seyredin" demeye başladı. Biz hazır olduğumuzdan zaten otomatikman takip etmeye başlamıştık. Tarafımız belliydi artık.

 

 

 

Akıllıdır işleri,

 

Ansızın gelişleri,

 

Beni ona bağladı,

 

Mânâlı gülüşleri.

 

 

 

Anlatılanları gözümü kırpmadan dinlediğimi fark eden misafirim; "Bari çayları tazeletin Ragıp Bey" diyerek espri yaptı. Koridorlardaki koşuşturma çoktan bitmişti. Belli ki hava sakinleşmiş, servisler gitmişti. Çayları söyledim, geri döndüm:

 

- Eee! Çok merak ettim... Hele anlat daha neler var?

 

- Bizim ailece dinle-imânla bir alâkamız yoktu. Diğer bir ifadeyle; öyle bir dünyamız, hayatımızda maneviyata dair hiçbir şey yoktu. Başkaları gibi düşman da değildik, dost da... Sanki o âlem; başka bir gezegendi, gidilmez, içine girilmez, öğrenilmez, yaşanmazdı da… Gazeteyi, bizim sayfayı okudukça, TGRT’de Huzura Doğru’yu seyrettikçe hatalarımızı, kusurlarımızı ve boşu boşuna akıp giden ömrümüzü daha bir hesaba çekmek, hakikatleri sorgulamak, gerçekleri görmek, anlamak nasip oldu. İşte ben, bu zikzakları yaşamış biri olarak “hissiyatımızı” anlatmaya geldim. Yağmuru, fırtınayı bahane edip gelmeseydim ve bu yaşadıklarımı anlatamadan ölseydim gözlerim açık gidecektim.

 

- !!!

 

Murat Bey duygu yüklüydü. O, koca dağ gibi adam, ağlamasına mâni olamadı. Ben de fevkalâde hüzünlenmiştim tabii. Bir müddet işi oluruna bıraktık. O ağlıyor, ben ağlıyordum. Nasıl olsa bizlerin bu garip hâlini görecek başka birileri ortalıkta yoktu. "Deli" diyecek kimselerin olmaması daha rahat hareket etmemizi sağlıyordu. Neden sonra gözlerini silen ve kendine çekidüzen veren Murat Bey:

 

- Sizi de fazla bekletmeyeyim...

 

- Estağfirullah! Ne demek? Benim evim hemen şuracıkta, seninse bir dünya yolun var. Bu akşam burada kal, diyeceğim ama cesaret edemiyorum. Misafirim ol, evim de müsait.

 

- İşte göz yaşartıcı bir tablo daha. Pek çok teşekkür ederim Hacı Annemize ve tabii bizim hanıma anlatacağım bugünkü hatıraları geciktirme lüksüm yok. Nasıl olsa sabaha kadar vasıta bulma imkânım var. Müsaade ederseniz şöyle bir özetleyeyim, eksiğim var mı, göreyim ve de müsaade isteyeyim. Eminim ki siz de büyüklerinize anlatacaksınız noksan olmasın.

 

- Peki, Murat Bey, bir şartla; hiç olmazsa sizi E5'e kadar götürüp ve en yakın durağa bırakmama müsaade edin, yoksa hiç kabul etmem...

 

- Tamam, hem biraz daha beraber olmuş oluruz. Geliş hikâyemi maddeleştirerek anlatayım... DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.