"Bu saatte davetsiz misafir kim olabilirdi acaba?!."

A -
A +

Namazımı kılmış, kul haklarımı ödemiş, tövbemi yapmış, ölüm meleğini bekliyor gibi bir ruh hâli içindeydim.

 

 

 

İnsan tanırsa pîri, düşünmez başka eri,

 

Onda kusur aramaz, bozmaz girdiği yeri!

 

Netice kazançlıysa, dökülsün alın teri.

 

   Eğer aklın var ise, kaçtığın yer nâr ise,

 

   Zebun olma nefsine, dava sonsuz kâr ise!

 

 

 

Dervişlik hırkasını, sırtına alarak gel!

 

Tak ihlâs burkasını, tam teslim olarak gel!

 

Temiz musluk bulunca, boş kalma dolarak gel.

 

   Eğer kanın var ise, yollar sana dar ise,

 

   Düşkün olma yalana, esas maksat kâr ise!

 

 

 

HOCA dostun iyidir, her ne versen yeridir.

 

İsyan öyle bir şeydir, sevapların eritir.

 

İhlaslı olan mümin, günahlardan beridir.

 

   Eğer malın var ise, ver dosta naçar ise,

 

   Meftun olma dünyaya, asıl işin kâr ise!

 

                         ***

                     ÖLÜM!..

Etrafımda olup bitenlere ibret gözüyle baktığımda gördüm ki “HAYAT" dediğimiz şey bir devridaimdi. Büyük cüsseli, çok kuvvetli olan hayvanlar kendinden küçük ve zayıfları, küçük olanlar ise daha küçükleri yiyor, artıkları zamanla toprağa karışıyor, oradaki gözle görülür görülmez canlılara gıda oluyordu. Böyle akıp giderken hayat, zaman denilen amansız kuvvet hepsine galip geliyor, en kuvveti olanın bile izlerini silip süpürüyor geride bir şey bırakmıyordu. Şu hakikati iyice anladım; ben dahil, aklıma gelebilecek her şey, herkes zamanla hepten kaybolup unutulacaktık.

 

Namazımı kılmış, kul haklarımı ödemiş, tövbemi yapmış, ölüm meleğini bekliyor gibi bir ruh hâli içindeydim. Birden kulübemin tahta kapısı tıklanmaya başladı. Sesi duyar duymaz düşüncelerime ara verdim. Bir kelebek hassasiyetiyle açılan kapının arkasından ilk önce rüzgârın tesiriyle savrulan kaftanı, onu takiben kocaman bir kafa ve babayiğit bir vücut gördüm.

 

Bu saatte davetsiz misafir kim olabilirdi? Elbette ki Sultan’ım! İçeri girer girmez, hızla odanın arka kısmına, her zaman oturduğu yere geçti. Tam anlaşılmaz bakışlarla açık olan kapıdan biri daha gelecekmiş gibi dışarıyı süzüyordu. Elimde olmadan yer yer kır düşmüş sakalımı sıvazlamaya başlamış, Sultan’ımın ilk sözünü bekliyordum. Zavallı görünümümle biraz da utanıyor, sıkılıyordum. Sultan'ım yine ummadığım bir vakitte çıkagelmişti, gafil avlanmaktan, ona hürmetsizlik etmekten imtina ediyordum. Kılıçtan keskin bakışlarını üzerimden ayırmadan hükümdarlık sarığını çıkardı, fazla uzun olmayan saçlarını sıvazlamaya başladı. Muhabbet dolu bakışlar da olsa sırtıma, yüzüme gözüme batan minik dikenler gibi bedenimin her yerinde hissediyordum. Beni neyin beklediğinden emin değildim. Birden:

 

- Beklemiyordun değil mi?

 

- Sultanımıza kapımız ardına kadar açık lakin bu kadar da…

 

- Tereddüt etmeden “Beklemiyordum…” de, çekinme Behlül!

 

- Dedim ya Efendim buralar sizin biz de edepsiz, maharetsiz köleniz!

 

- Mütevâzılık yapmasan olmaz!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.