Bugün, şelâlesi olan vahşi bir tabiat köşesine gidecektik...

A -
A +

Prodüksiyon amirimiz, teknik ekibi gönderdiğini, bizim de vakit kaybetmememiz lazım geldiğini söyledi ve beklemeden uzaklaştı.

 

 

 

Camı iyice açtım. İleride büyük bir kahvehaneden de insanlar sokağa döküldü. Gözleri, sanatçıların üzerinde…

 

Rabıta yapan bir derviş gibi dalmış, gitmiştim gördüklerime. Güzel vatanım Türkiye’nin, bu şirin köşesinde insanların heyecanını düşünüyor, yeise benzeyen bir acıyla zihnimi toparlamaya, oyuncularımıza duyulan bu yüksek alâkaya mantıki bir izah bulmaya çalışıyordum.

 

"Biz hareket ediyoruz Ragıp Abi!” sesine döndüm. Prodüksiyon amirimiz, teknik ekibi gönderdiğini, bizim de vakit kaybetmememiz lazım geldiğini söyledi ve beklemeden uzaklaştı.

 

Bugün, şelâlesi olan vahşi bir tabiat köşesine gidecektik.

 

Kısa bir asfalt yolculuğundan sonra orman yoluna girdik. Yollar toprak ve dikti. Oldukça yavaş ilerliyorduk.

 

Hava yine açık ve çok güzeldi. Gökte ufak bir bulut bile yoktu. Her taraf envaiçeşit ağaçlarla bezeli, yeşilden okyanus gibiydi.

 

Derinden esen rüzgâr, çam dallarını birbirine vurarak uğulduyor, reçine ve toprak kokuları insanı mest ediyordu. Öyle bir yere geldik ki; yol kalmadı, artık ilerleyemez olduk. Arabalarımızı münasip yerlere park edip bir nöbetçi bıraktık. Hususi eşyalarımızı yanımıza alarak devam ettik. Bazen bir sel yatağında, bazen bir patikada yürüdük yürüdük... İrili ufaklı taşlar ayaklarımıza, dikenler elbiselerimize takılıyor, sık dallar, çalılar canımızı acıtıyordu.

 

Geçtiğimiz yerler büyüleyici güzellikteydi. Yer yer köpürerek akan şelâleler, neftî göletler, kökleri büklüm büklüm uzayan muhtelif ağaçlar, ara sıra önümüzde kaçışan tavşanlar, sincaplar, sürüngenler… Coğrafya kitaplarında okurken gıpta ettiğimiz balta girmemiş Afrika veya Amazon ormanlarını hatırlatıyordu. Sanki üzerinde insan yaşamayan esrarengiz bir adaya gelmiştik. “Bu kadar güzellik ancak masallarda olur" denecek türden bir yerdi…

 

 

 

Düğünde çeker halay,

 

Bakıra yapar kalay,

 

Sen paradan haber ver!

 

Bu işler olmaz kolay!

 

 

 

Envaiçeşit kır çiçekleri, orman gülleri, yosunlu dereler, yeşil ve mümbit topraklar, tepesi görünmeyen çamlar, meşeler, billur gözeler, yabani meyveler, o daldan bu dala çığlık çığlığa uçuşan kuşlar.

 

Yalnız, uzaktan ve derinden duyulan motor sesleri olmasaydı, kendimizi farklı bir gezegende sanacaktık…

 

Film işi, işte böyle; memleketi bir baştan bir başa gezdiriyor, olmadık yerlere götürüyor insanı…

 

Akıl alacak, normal şeyler değildi yaptıklarımız. Onun için bazı sahnelere malzeme istediğimizde etkili ve yetkililerimiz;

 

“O oyuncular, o malzemeler, o mekânlar olmadan bu film çekilmez mi be kardeşim?” deyip başka bir şey demiyorlardı. Hem kaliteli film, hem masraf edilmemesi… İkisini bir araya getirmek imkânsızdı. Onu anlatmak ise daha zordu bizim için.

 

Çekim ekibimiz, zor şartlara alışıktı. Kızgın güneş altında, soğukta, karda-buzda, her mevsim ve şartlarda çalışabilmeye hazırdı. Mübârek bir vazife aşkıyla itirazsız, önceden belirlenen hedefe doğru birerli kol yürüyüşle devam ediyorduk. DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.