Burada baharın geldiği o kadar belliydi ki... 

A -
A +

Güneş yutan ruhsuz ceset gibi ağaçlar, yeşil libaslarıyla düğüne gider gibi süslenmişler, etrafa huzur saçıyorlardı. 

 

 

 

Hocam bir gün “İnsanların hâlleriyle hâllenmek büyük bir meziyettir. Her insanın düşeceği zaman bir desteğe, hele hele tebessüme daha çok ihtiyacı vardır…” der, bizlere olmamız lazım gelen yolu gösterirdi. Onlar lafta değil hakikaten de öyleydiler. Onca talebenin sıkıntısını çeker, bu işi dünyalık için yapmazlardı. “Mutlaka karşılığını ahirette almak isterim...” der, başka bir şey demezlerdi.

 

Burada baharın geldiği o kadar belliydi ki... Nihayet o soğuk, rutubetli havalar gitmiş, yerini serin yele bırakmıştı. Güneş yutan ruhsuz ceset gibi ağaçlar, yeşil libaslarıyla düğüne gider gibi süslenmişler, etrafa huzur saçıyorlardı. Gülünce insanların güzelliği çıkmıştı, yeşil ve rengârenk çiçeklerle de tabiatın güzelliği saçılmıştı ortalığa. Taşın toprağın dilleri olsa kim bilir neler anlatacaklardı. Yanından geçtiğim kalın gövdeli asırlık çınarlara baktım. İnsanın mahremiyetini tamamen örtecek genişlikte yemyeşil kocaman yapraklarla kaplanmıştı bir kez daha. Huzur dolu hışırtıları kulağımı okşuyordu. O gün her şey, ama her şey insanın yaşama sevincini mahmuzluyordu. Sultanıma yaklaştıkça adımlarım kendiliğinden sıklaştı... En sonunda âdetâ koşar gibi oldum, daha fazla sabredemedim. Hedef: Dosdoğru saray odası, sohbet arkadaşım Harun Reşid!

 

Nihayet maksadıma kavuşmuştum; evet, dört gözle beklediğim baş başa sohbetimize gelmişti sıra. Yürüyüşüm bitmiş, din ve dünya saadeti mevzularında sohbet başlayacaktı birazdan. Önceden elimizi pek sürdürtmedikleri kitaplarla, hilatlarla haşır neşir olacağımız, manevi tırmanış nefisle yeniden mücadele edeceğimiz zaman gelip çatmıştı! Artık kendimi tam mânâsıyla bir adam gibi hissedebilecektim!

 

Önce selâmını duydum, bilahare "Güzel sözler sıcak demir gibidir; vaktinde söylenmezse soğur, sert bir kaya gibi olur…” dedi, başladı Sultan’ım. Ben de nereden aklıma geldiyse:

 

- Muhterem Efendim, Sultan’ım! Sakal bırakır, bıyıklar kısaltılırken Sevgili Peygamberimizin sünnetine uyuyorsunuz maşallah. Suyu oturarak üç yudumda içerken yine sünnetine uyuyorsunuz, sağ elle iş yapıp yemek yerken de...

 

- Eee bunda şaşılacak ne var? Yanlış mı yapıyoruz Behlül?

 

- Hayır Efendim onu demek istemedim!

 

- Ya ne demek istedin?

 

- Elbette bunların hepsi de çok çok güzel. Her müminin yapması lazım gelen güzellikler. Ayrıca herkes yapsın diye de duâ ediyorum.

 

- Peki güzel olmayan ne?

 

- Ama aynı Sevgili Peygamber Efendimizin, sallallahü aleyhi ve sellemin sünnet-i şerifi; Sarayda yok, yeme, içmedeki israfta yok, çeşit çeşit altın gümüş oymalı eşyalarda yok, aile hayatında ha keza… Sabretmede, sebatta yok, fedakârlıkta hiç yok... Merhamette de yok ise; o cemiyet, Sevgili Peygamber Efendimizi, sallallahü aleyhi ve sellem, tam tanımamış demek değil midir?

 

- Bunların şimdi sırası mıydı Behlül?

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.