Çok bekledim gelir diye ama bir daha dönmedi…

A -
A +
Umumiyetle havayı geldiği gibi, rüzgârı estiği gibi, misafiri de olduğu gibi kabul ederdim ama bu başkaydı.
 
Harun Reşid Sultan’ım “Senin bahçen sınırsız…" demiş latife buyurmuşlardı. Ay ışığında gördüğüm kadarıyla ağaçların arasında biri debeleniyordu. Cılız bir sesle "Yardım et!” dedi. Göğsüne bıçak mı ne saplanıştı? Bakamıyordum kara toprak üzerinde kıvranan adama. Hem korktum hem de koştum, tanımadığım bu yardım isteyenin yanına. Acı içinde olduğu aşikârdı. Ya da bana öyle geliyordu. Gecenin bu saatinde buralarda, hele benim kulübemin yakınında ne işi vardı? Bunu kim, niçin bu hâle getirmişti? Faydalı olabilmem için vakit kaybetmeden bir şeyler yapmam lazımdı. Tekrar kulübeme koştum, birkaç bez parçasıyla döndüm. Güya kanayan yarasını dindirecektim. Daha dikkatlice baktım göğsündeki yara zannettiğim kırmızılık kan değil kırmızı bir elmaymış. “Allah iyiliğini versin… ödümü kopardın muzip adam!” dedim, elinden tuttuğum gibi kaldırdım. Karanlıkta yüzünü tam seçemediğim adam, benim gibi ücra köşeleri mesken edinmiş olan MECZUP’un ufak tefek evinde, hatta farelerin bile tenezzül etmeyip kaçtığı bu toprak damında ne işi olabilirdi?

Umumiyetle havayı geldiği gibi, rüzgârı estiği gibi, misafiri de olduğu gibi kabul ederdim ama bu başkaydı. Gecenin köründe böyle misafirlik de görülmemişti. Kocaman kafasını hep sağa sola sallıyordu. Bir şey diyecekti ama diyemiyordu.

 

 

 

Bu hâle aklımca makul cevaplar ararken:

 

Gül dikti mezarıma, kalbime hançer saplatan!

 

Kendine acı ey NEFSİM, olma yürek hoplatan!

 

Baş tacımdır; iyi kötü her ne gelirse Hak’tan.

 

Köklenir mi aşk, gözyaşıyla ıslanmış topraktan?

 

 

 

Deyip bir iki adım yürüyünce uyandım düşüncelerimden. Heyecanla cebine elini attı bir tespih çıkardı, kan kırmızısı elmayla birlikte uzattı, sonra da titreyen elini göğsüne bastırıp derin bir nefes aldı tanımadığım adam. Çok şey diyecekmiş gibi gelmişti bana lakin diyemeden yalnız selâm verdi, arkasını dönmeden geri geri giderek uzaklaştı. Ağaçların arasında kaybolurken yalnız peşi sıra bakakaldım. Çok bekledim gelir diye ama bir daha dönmedi…

 

 

 

Saklı adam, seslendi pek derinden;

 

Fısıldadı; öperim ellerinden.

 

               ***

 

Uyku da kalmadı, aklım da... hepten uçtu. Gelen cin miydi, ins mi? Doğrusu bir gece vakti olup bitenlere bir mânâ veremiyordum. Sonradan öğrendim ki arkamdan neler söylüyorlarmış neler? Kimi evliya gözüyle bakarken, kimi Harun Reşid Sultan’ıma yapışmış bir kene olarak görüyormuş. Merak edip hayatımı; gece ne yaptığımı, gündüz ne yiyip içtiğimi bile takip edenler varmış. Bu Bağdatlı da gece gelip evimin yakınındaki bir dala tırmanırken düşüvermiş. Zaten uykudan nasıl uyandığımı, nasıl tanıştığımızı ve nasıl çekip gittiğini anlatmıştım.

 

Dedim ya bundan sonra daha gözlerimi kapatamadım, abdest aldım birkaç rekât gece namazı kıldım, bütün kalbimle duâ ettim. Öyle gözyaşlarımla ıslanan seccademin üzerinde düşünceden düşüncelere daldım...

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.