Umumiyetle havayı geldiği gibi, rüzgârı estiği gibi, misafiri de olduğu gibi kabul ederdim ama bu başkaydı. Gecenin köründe böyle misafirlik de görülmemişti. Kocaman kafasını hep sağa sola sallıyordu. Bir şey diyecekti ama diyemiyordu.
Bu hâle aklımca makul cevaplar ararken:
Gül dikti mezarıma, kalbime hançer saplatan!
Kendine acı ey NEFSİM, olma yürek hoplatan!
Baş tacımdır; iyi kötü her ne gelirse Hak’tan.
Köklenir mi aşk, gözyaşıyla ıslanmış topraktan?
Deyip bir iki adım yürüyünce uyandım düşüncelerimden. Heyecanla cebine elini attı bir tespih çıkardı, kan kırmızısı elmayla birlikte uzattı, sonra da titreyen elini göğsüne bastırıp derin bir nefes aldı tanımadığım adam. Çok şey diyecekmiş gibi gelmişti bana lakin diyemeden yalnız selâm verdi, arkasını dönmeden geri geri giderek uzaklaştı. Ağaçların arasında kaybolurken yalnız peşi sıra bakakaldım. Çok bekledim gelir diye ama bir daha dönmedi…
Saklı adam, seslendi pek derinden;
Fısıldadı; öperim ellerinden.
***
Uyku da kalmadı, aklım da... hepten uçtu. Gelen cin miydi, ins mi? Doğrusu bir gece vakti olup bitenlere bir mânâ veremiyordum. Sonradan öğrendim ki arkamdan neler söylüyorlarmış neler? Kimi evliya gözüyle bakarken, kimi Harun Reşid Sultan’ıma yapışmış bir kene olarak görüyormuş. Merak edip hayatımı; gece ne yaptığımı, gündüz ne yiyip içtiğimi bile takip edenler varmış. Bu Bağdatlı da gece gelip evimin yakınındaki bir dala tırmanırken düşüvermiş. Zaten uykudan nasıl uyandığımı, nasıl tanıştığımızı ve nasıl çekip gittiğini anlatmıştım.
Dedim ya bundan sonra daha gözlerimi kapatamadım, abdest aldım birkaç rekât gece namazı kıldım, bütün kalbimle duâ ettim. Öyle gözyaşlarımla ıslanan seccademin üzerinde düşünceden düşüncelere daldım...
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...