Daha açık konuş. Bir muammasın! Çözene aşk olsun. Ben de derdimi anlatmaya gelmiştim güya.
Bana dedi ki:
- Niçin susuyorsun? Bak yarın güneş senin, benim ve bütün insanlar için yeniden doğacak. Ömrümüzden tertemiz bir sayfa daha açılacak. Tertemiz, pirüpak, gönlünü sarıp sarmalayacak, seni kucaklayacak yeni bir gün.
- Tamam, anladım! “Her şey daha güzel olacak da…” niçin?
- Sen ben, herkes artık öyle istiyoruz da onun için.
- Daha açık konuş. Bir muammasın! Çözene aşk olsun. Ben de derdimi anlatmaya gelmiştim güya.
- İyi ettin geldin. Derdin de bitti, sıkıntın da dağılıp gitti. Problem meseleyi açıncaya kadar problemdir. Anlatıldıktan sonra o kadar da büyük olmadığını görüp rahatlıyorsun. Senin için de öyle oldu. Lütfen; çok sıkıldığın anlarda kendine vakit ayır. Al eline çayını, kahveni ve kapat gözlerini gel buraya, at sıkıntılarını boşluğa, doldur içine huzur ve saadetin kokusunu. Sonra lacivert gökyüzünü, pır pır yanıp sönen yıldızları seyret, kuş cıvıltılarını dinle bütün kalbinle. Hiç kimsenin ruhuna, hayallerine ve rüyalarına el koymasına müsaade etme.
- Hayallerimiz ve istikbalimize yönelik düşüncelerimiz, ümitlerimiz kadar var olduğumuzu biliyorum!
- İşte buyurduğunuz gibi! Daha ne üzülüyor evhamlanıyorsun. Seni ziyarete gelen gelsin, kötü ne niyeti olabilir? Bu gece iki dost olarak içtiğimiz tavşan kanı gibi çay için, hissiyatını paylaştığınız için teşekkür ederim.
- !!!
- Tekrar ediyorum lütfen; çok sıkılıp, bunaldığın zaman buraya gel ama ruhunu dinlendir, sıkıntılarını at ve huzur dolu o kısa anının tadını kaçırma. Yarın, güneşin senin için yeniden doğacağını da unutma ha!
Arkadaşımın bana yaptığı samimice bir nasihat mi diyeyim, yoksa ufuk açıcı yaklaşım mı? Ne desem de bu buluşma bana çok iyi gelmiş pek rahatlamıştım. Telefonunu ezberlediğim tanımadığım telefon arkadaşıma yarın beklediğimin mesajını yazdım. “Bakalım derdi neymiş” diye heyecanla yarını bekledim.
Uyku bastı horladım,
İmkânları zorladım,
Geleceksen gel gayri!
Kendimi hazırladım.
Sabah işe gittiğimde hava ha yağdı ha yağacak kabilinden pek kapalıydı. İçimden “Dünyada gelemez, mümkün değil! Bu havada ne yola çıkılır, çıksa da ne vasıta bulabilir, ne de... neyse, yürüyecek hâli yok ya! Süreyyapaşa nere, Yenibosna nere?" diyerek camdan dışarıyı seyretmeye başladım. Şiddetli gök gürültüsü, rüzgâr ve 'bardaktan boşanırcasına' derler ya öyle bir yağmur başladı ve aralıksız da devam ediyordu.
Çalışanlar kendi aralarında; "fazla sürmez çabuk diner, yaz yağmuru değil mi?" diye konuşup gülüşüyorlardı. Su sıkıntısı çekenler yağmurun uzamasını, öyle bir derdi olmayanlar da bir an evvel bitmesini bekliyor, bu arada havadan-sudan sohbet ediyorlardı, tam kapımın karşısındaki koridorda. Ben ise çalışma odamdan duyduklarıma gülümsemekle yetinip kafam; "Mutlaka geleceğim! Sözüm var, inşâallah yarın öğlene kalmaz yanındayım…” diyen telefondaki son cümlelerde, elim ise dosyalarda, rutin işime devam ediyordum. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...