Kaydet
a- | +A

Bizim bodrumda telefonumuz yoktu. Acil durumlarda irtibat kurabilmemiz için komşunun telefonunu alıp akrabalara vermiştik.

Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyordu... Gözümüzü açıp kapayıncaya kadar baharın işaretiyle Kurban Bayramı da geldi. İçimden “Bulunduğumuz apartmanda en az yirmidört daire var yarısı kurban kesmiş olsa bize de epey gönderirler. Aylar sonra bir et yemiş oluruz…” diyor, et gelmesini bekliyordum. Çeşitli kurban hayalleriyle köyümüzü, kesilen hayvanları, yapılan kavurmaları düşünerek etrafımı seyrederken, karşıdaki boş arsada, kurbanlar kesilmeye başlamaz mı? Heyecanım had safhaya çıktı. Ağzımı şapırdatarak hayallerimi büyütüyordum. Koca koca cins tosunlar kesildi, yüzüldü, kasalar dolusu etler evlere taşındı. Her kapı açılışında, evlerde kavrulan etlerin mis kokuları odamızın içine, oradan da burnuma kadar geliyordu ama ne hazindir ki, bir aileden de et getiren olmadı.

Cilden hasır elişi,

Nerde babamın işi?

Bizi sevindirecek,

Zamanında gelişi!

Bizim bodrumda telefonumuz yoktu. Acil durumlarda irtibat kurabilmemiz için komşunun telefonunu alıp akrabalara vermiştik. Baktım "Dadaş, telefon var!” diye bir ses geliyor. Bizden başka dadaş olacağını düşünmeden hemen fırladım. Nenem köyün muhtarından telefon açmış. Konuşurken, sesim ona iyi gitmemiş. Israr ve telâşla sordu; “Doğru söyle a evladım! Babana mı bir şey oldu? Açık konuş diyorum! Korkutma beni!” deyince, mecburen doğrusunu söyledim.

“Yok” dedim yavaşça. “Komşular bize kurban eti vermediler nenem!” Sadece “Vah yavrularım! Siz Kurban Bayramı’nda et mi yemediniz?” dediğini hatırlıyorum. Hemen ahizeyi kapattı, ben de merdivenlerden aşağı küf kokan evimize indim.

Yaz aylarında ninemlere giderdik. Adına “Ufaklık” dediği bizim oralarda “Kaşka" denilen alnı beyaz bir ineği, birkaç keçisi ve tavuğu, horozu vardı. “Ufak tefek ama sütü bize yetiyor çok şükür…” derdi. Ne bulursa ineğine yedirir, mâniler, ilâhiler söyleyerek keyifle sağardı. İnek değil, sanki onun candan en yakınıydı.

Bayramın dördüncü günü sabah erkenden kapımız çalındı. Gelen köydeki amcamla ninemdi. Koşup ellerinden öptüm. Ne kadar da hasretini çekiyormuşum meğer. Aylar sonra memleket kokusu evimizi dolduruvermişti. Ağlayarak sarıldı hepimize. “Yavrularım, balalarım, canlarım!” deyip duruyordu. "Size çok et getirdim…"

Çuvalı açtı. Torbalar dolusu et. Buzdolabını tıka basa doldurduk. Anneciğim aceleyle doğradı. Etlerin, pişerken çıkardığı cızırtılardan saldığı mis gibi koku, iki gündür kabaran iştahımı daha da körüklüyordu. Ağzım sulanarak dolanıp durdum ocağın etrafında. Sofra beklemeye tahammülüm kalmamıştı. Çatalı alıp batırdım. Üfürerek ağzıma alıyordum ki, babamın;

"Ah anam ahh! Niçin kestin KAŞKA'yı? UFAK TEFEKTİ ama senin her şeyindi!” diyen sözleri kulağıma çınladı.

Üzüntümden mi, böyle aşırı et talebim olmasından mı ne midemin kabardığını, kusacakmışım gibi olduğumu, başımın döndüğünü hissettim. Elimdeki çatalı rastgele sofraya fırlattım, koşarak dışarı çıktım. Dedemin katığı, ninemin umudu, mâniler yakarak sağdığı 'Ufaktefek', “Benim canım et istedi diye kesilmiş! Olamaz!” dedim, gözyaşlarıma mâni olamadım. Sadece ağladım, ağladım… DEVAMI YARIN

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR