Elim ayağım birbirine dolaştı, ne yapacağımı şaşırdım!..

A -
A +

Gürültüden kimse kimseyi duymuyordu. Üzüntüm tam doruk noktasında. Hiçbir iş yapamamanın ezikliği var üzerimde...

 

 

 

Gecenin yarısında müthiş bir kalabalık var. İnsan seli âdetâ. İçeri girmeye yol bulamıyorum. Kitabı sağ elime aldım, yukarı kaldırdım. “İsteyenler olursa vereyim” düşüncesindeyim hâlâ… Salât ve selâm sesleri; Fatih semtinin üzerinde dalga dalga yayılıyor… Gürültüden kimse kimseyi duymuyordu. Üzüntüm tam doruk noktasında. Hiçbir iş yapamamanın ezikliği var üzerimde. Hep kendimi suçluyor; “beceriksiz, miskin adam” diyordum şahsıma! Ağlamak ne kelime, daha beter hâldeydim. Tam bu esnada ceketimin arkadan hafif çekildiğini hissetim ama “kalabalıklarda olur böyle şeyler” deyip mühimsemedim. İçeriye girmeye yol bulmak isteyen ziyaretçilerden biri sandım, dönüp bakmadım bile. Bir daha aynı hareket olunca gayr-i ihtiyari arkaya döndüm. Bir de ne göreyim. Enver abi… “Aman Allah’ım” dediğimi hatırlıyorum, sadece! Bir an göz göze gelince şoke oldum. Acaba rüya mı görüyorum yoksa? Rüya da ayakta görülmez ki. Bir daha baktım. Bütün hane-i saadet oradaydı. Enver abiler bekletmeden, o kendine has gülen gözleriyle:

 

- Bana da bir kitap ver.

 

- Peki efendim!

 

- !!!

 

Elim ayağım birbirine dolaştı. Önce ne yapacağımı şaşırdım, sonra hızlı bir refleksle kitabı takdim ettim.

 

Sahne olduğu gibi gözümün önünde: İlmihâli alırlarken aynı zamanda daha yeni baskıdan çıkmış gıcır gıcır bir onluk uzattılar. Almak istemesem de eli havada kalmasın, edebe mugayir olmasın diye mecburen aldım.

 

Ağır adamlarla ziyaretçilerin arasına katıldım. Bu yıllar gibi uzun gelen gece olanları düşündüm hep. “Kalsam mı, gitsem mi" diye bir tereddüt geçirdim.

 

Sonra insanların akışına bıraktım. Dalgaların üzerindeki kuru bir yaprakmışım gibi bir sağa, bir sola yalpalayıp durdum şuursuzca. Cebimden çıkardığım kâğıttan duâları okumaya başladım, öyle dalmıştım ki HIRKA-İ ŞERİF'İN önüne geldiğimi bile fark edememiştim.

 

Utandığımdan daha geri dönüp bakamadım. O sevinç ve heyecanla Hırka-i şerifi ziyaret ettim…

 

“Yâ Rabbî! Ne güzel bir Leyle-i Kadirmiş meğer, haberimiz yokmuş…

 

Lacivert gökyüzü, yıldızlar ışıl ışıl, insanlar tekbir ve salevat okuyanlar, bahçe, kuşlar, kuşlar… Ne müthiş bir atmosfer yâ Rabbî!

 

Bir araya geldiğimizde herkes başından geçenleri anlattı.

 

Ben de hiç kitap satamadığımı, üzerime üzerime gelen insanların merhametsiz tutumlarını, kısaca keyfiyeti, yaşadıklarımı ve en sonundaki durumu arkadaşlara anlatınca onlar;

 

“Keşke bize de kızsaydılar da biz de üzülseydik. Enver abiye kitap satma şerefine kavuşsaydık…” dedi, tebrik ettiler, boynuma sarıldılar.

 

Nelere kadirsin Allah’ım!

 

Uykuyu, uyumayı çoktan unutmuştum. Tek başıma Melek Hoca Caddesi'ndeki evimin yolunu tutarken: “Ne güzel gecedir ki, seher vakti Enver Abimizi getirir, ay doğar, yıldız göz kırpar, sağanak sağanak nûr yağar semadan. Geç vakitte bir adam, Allah rızası için geceye açıldı mı, o adam seçilmiştir. Gideceği yer nere olursa olsun oraya nûr yağar, huzur yağar. Geceye yalnızca pencereler, yıldızlar ve bir de sokak lambaları ışık tutmaktadır. Şehirde bu hâl, yalnız onlara vergidir. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.