“İyi ki; TGRT kurulmuş, iyi ki; bu mümtaz kurumda bir nefer olarak çalışmakla şereflenmişim”
Dönüşü olmayan yolda topyekûn mücadeleye girişilmişti. Bu fedakâr, numune insan Enver Abimizden başkası değildi. Onun yaşadığı müstesnâ ve mûtena hayâtı, şu nâçiz satırlar dâhilinde hakkıyla ifâde edebilmek, aslında mümkün değildir. Ancak O’nun anlaşılması ve anlatılması yönünde herkesin tâkatince yol alabilmesinin sayısız faydaları olacağını düşünüyoruz...
Filmlerin orijinal olması için yüzlerce eser inceledik. O zaman Mehmetağa Tesislerindeki Ansiklopedi Servisinin Mesul Müdürü muhterem İlhan Apak abimizin de çok katkıları olmuştu. Film olabilecek mühim mevzuları, cazip hikâyeleri bekletmeden bize ulaştırıyorlardı. Topyekûn bir seferberlik vardı sanki. Sayısız dokümanlar toplayıp tasnif ettik. Sonra da destanlaşan gönül sultanlarının, bilinmeyen birçok yönünü ortaya çıkarmakla şereflendik. Çok çok huzurluyum.
Onun için can-ı gönülden; “İyi ki; TGRT kurulmuş, iyi ki; bu mümtaz kurumda bir nefer olarak çalışmakla şereflenmişim” diyorum.
Cömertliğin, merhametin destanlaştığı, numune insan Enver Abimizin yanına her gittiğimde ilk işim, ne istediğini tam anlamak oluyordu. Sonra o arzu ve istekler doğrultusunda arşivleri taramak, her biri bir ayaklı kütüphane olan tecrübeli âlimlerimizin söylediklerini dinlemek… Bu hassasiyet ve işi mühimseme, kısa zamanda onlarca filmin ekrana çıkmasının da ana sebebi oldu.
Yazabildiklerimizden de anlaşılacağı gibi, idealist bir vatan evlâdından, bir kırıntı da olsa aldığımız kıvılcımla gönüller tutuşturacak filmler ortaya çıktı. O'nun vatan, millet, din, îmân uğruna gösterdiği eşsiz kahramanlığının, nihayetsiz fedakârlığının bir neticesidir bu olanlar. Bu hususta o mümtaz insanın nazarlarına, iltifatlarına mazhar olmak, şüphesiz bizim için şereflerin, rütbelerin en büyüğü olmuştur. Yoksa O'nu ve onun gibi rahatı, şahsi menfaatini hiçe sayarak din îmân derdine düşenleri, bu uğurda durmayıp koşanları lâyıkıyla anlayabilmek ve film yoluyla anlatabilmek kolay olmasa gerek... Nasıl ki bir lâmba, siyah bir keçe ile örtülüp sonra da bu keçe iğne ile delindiğinde, içerideki aydınlıktan dışarıya ok gibi ışık hüzmeleri sızarsa, bizim filmlerimiz de bu fedakâr ve rehber insanların muhteşem hayatları, mühim eserleri karşısında o tarzda telâkki olunmalıdır.
Dünyayı hiçe sayanları hakkıyla idrâk edip anlatabilmenin zorluğu açıktır. Biz de; asıl hakîkati, sükûtun sonsuzluğuyla açılabilen bu bahisteki sözlerimizi, sâdece o örnek hayatların, şanlı isimlerin hatırlanması gayretinin şerefine tâlibiz. Bunun için kıymetli okuyucularımızdan, sözlerimizi bu itirâfımız çerçevesinde değerlendirmelerini bilhassa istirham ve ricâ ederiz.
Yok derdim dilek gibi,
Göründü melek gibi,
Ne çok ham imişim,
Eledim elek gibi.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...