Film işlerine başlamamın elbet bir hikâyesi var...

A -
A +

Kimse beni elimden tutup Yeşilçam’a götürmedi. İlk Yücel Çakmaklı ile gittiğimizi saymazsak tabii... Çok heveslenip ayılıp bayılmadım da.

 

 

 

Ne “bir zamanlar ben neymişim kıymetim bilinmemiş!” sitemi, ne de “kardeşim sen bana bunu yaptın, bunu demiştin” kini, nefreti var. Sadece içimde bir ses, dudağımda bir tebessüm “Hey gidi günler hey” diyorum, o kadar!

 

İşim gücüm film. Onunla oturup onunla kalkıyorum. Aradan kaç sene geçmiş?

 

Bir gün film setlerinde başımdan geçenleri bir arkadaşıma anlatma ihtiyacı duymuştum. Merakla dinledi. Sonra bana döndü; “Bak Ragıp’cığım çok mühim hadiseler yaşamışsın. Onları yaz, arz et” dedi. Sayesinde cesaretimi toplayıp yazdım, arz ettim. Çok memnun olmuşlar. Bana; methiyelerden sonra teşekkür ediyorlar:

 

“Güzel yapmak, çok yapmakla olur. Çok çalışacaksınız. Herkesten daha çok… Daha kusursuz olacaksınız. Buna rağmen yine de sizi, yaptıklarınızı görmezden gelecekler, beğenmeyenler çıkacak. Yaptığınızın onda birini yapanlarının uyduruk projeleri hüsn-ü kabul görecek. En mühimiyse; köstek olanların, sonradan size omuz verip emeği geçmiş insanlar olarak karşınızda durduğuna şahit olacak ve çok daha şaşıracaksın. Bu işin en zor kısmı, işin kendisi değil, bu sinir harbine dayanmaktır. Aşırı tenkitçilere hiç ehemmiyet vermeyin, sabırlı olun, kişilere değil, işlerinizle uğraşın!”

 

Bu mühim ikazlar bize kuvvet vermişti. Başka bir şeyin de farkına varmıştım: En çok yardıma ihtiyacımız olduğunda kimse yardım etmiyordu. İnsanlar size; ancak oyunu güç bela kazandıktan ve ayakta durduktan sonra el uzatıyordu. Böyleymiş meğer bu dünya. Sadece filmcilikte değil, her meslekte olabiliyormuş bu iç çekişmeler. Kimlerin kötü, kimlerin iyi ve en yalnız hissettiğimiz zamanlarda yardıma koşanlara gelince… O da ayrı bir mevzu!

 

TGRT’de film işlerine başlamamın elbet bir hikâyesi var. Şimdilik şunu söyleyeyim: Kimse beni elimden tutup Yeşilçam’a götürmedi. İlk Yücel Çakmaklı ile gittiğimizi saymazsak tabii. Kendim gittim. Çok heveslenip ayılıp bayılmadım da. Kendi rotamı kendim çizdim. Oraya gidilmeden de “filmci, yönetmen, prodüktör, senarist” olunuyormuş onu anladım, birçok kişiye de numune olmakla şereflendim.

 

Şimdi her şey değişti. Ben de değiştim. Yaşlandım, sanki. Öyle hissediyorum. Yaşlılıkta başka zevkler başka mutluluklar, daha önceden bilmediğimiz, tatmadığımız hazlar sevinçler var diyenler eksik söylemişler. Mazideki yani geçmişteki yaşadıklarımı yazarken içim acıyor, hem huzur ve saadetten, hem de çektiğim sıkıntılardan dolayı.

 

Hasretini çektiğim o unutulmaz günleri yazarken, yeniden yaşarıyor gözlerim. Şu veya bu şekilde yaşadıklarını, güzel ve acı veren günlerini hatırlamayan, elinde kalanlarla böbürlenen hem ruhen, hem de fiziken çökmüş şahsiyetsizlerden de olmak istemiyorum.

 

 

 

Eden kendine eder,

 

Herkes fikrini güder,

 

Hoca gönül gitmezse,

 

Ayaklar nasıl gider?

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.