Geceler ve gündüzler hazine sandıkları gibidir...

A -
A +

“Bu kırış kırış güneş yanığı yüzün, beyazlaşmış saçların ve çukura kaçmış gözlerin sahibi ben miyim?”

 

 

 

Hocam bir günde buyurmuşlardı ki:

 

“Hazret-i İsa, aleyhisselâm, buyurmuş ki: 'Geceler ve gündüzler hazine sandıklarıdır. Bunlara (ne koyduğunuza bir) bakın...' Lokman Hâkîm de oğluna şu nasihati yapmış: 'Yavrum! Kendilerine vadedilen şey (ÖLÜM VE ÂHİRET) insanlara nasıl da uzak geliyor, ancak vadedilen şeye doğru süratli şekilde gitmektedirler.’ Sözümüz anlayana...”

 

Ah Hocam ah! Bir anlayabilseydim bu üzerine basa basa söylediklerini ah!

 

 

 

Yürü yalan dünya senden usandım!

 

Goncaydım dalında har ettin beni.

 

Onulmaz derdime dermandır sandım,

 

Kadir bilmeyene yâr ettin beni!

 

 

 

Firkatin derdine alışamadım,

 

Kavim kardeşimle buluşamadım!

 

Yalan dünya sana çıkışamadım,

 

Bağladın gözlerim kör ettin beni!

 

 

 

Uyku yok gözümde yatamaz oldum,

 

İpek kumaşımı satamaz oldum,

 

Şeyda bülbül gibi ötemez oldum,

 

Ah ile bülbüle zar ettin beni!

 

 

 

Dicle kıyısındaki bir gölgelikte oturdum, yaşadıklarımı tek tek gözden geçirdim. Neler aklıma gelmiyordu ki? Gece gündüz dur durak bilmeden akıp giden bu nehrin kıyılarında çok hatıralarım oldu. Göl büyüklüğünde dalgasız, pürüzsüz suların toplandığı yerlerde dolaşırdım. Kendimi seyreder kimi zaman güler, kimi zaman da kızardım sudaki aksime. En son baktığımda kendimi mezardan çıkmış hortlak gibi gördüm, gayr-i ihtiyari ürperdim. “Bu kırış kırış güneş yanığı yüzün, beyazlaşmış saçların ve çukura kaçmış gözlerin sahibi ben miyim?” dedim, tövbe istiğfar okudum. Demek, uzun müddettir sudaki aksime bakmamıştım ki bu kadar değişikliğin farkında değildim. Hakikati görünce de korktum. Bundan sonra ölümü daha çok hatırlamak için neredeyse her sabah sudaki aksime bakmaya geliyorum. Yüzüm tuhaftı da bedenim öyle değil miydi? Sanki ilk defa görüyormuşum gibi ellerimdeki çatlaklara, mavi damarları çıkmış nasırlarıma baktım. Kurumuş, yürüyen iskelet gibiydim. Oysa eskiden kanım kaynardı da zapturapt altına alamazdım kendimi. İçinde çağıldayan nehirler akan o eski delikanlının yerinde yeller esiyordu. Bu cesedin o gence ait olmadığına kendimi ikna etmek için bakıyorum bu sefer de berrak sulara. Olmayan aklım hepten karışıyordu.

 

Yine de elimde olmadan çocukluğuma koşuyorum, kafamın üstünde bir takke ve gölgemden korkar gibi paçalarımı vura vura koşuyorum medreseye doğru. Hey gidi günler hey!

 

Pek çok tökezledim, düştüm, kalktım, koştum durdum nefsimin peşinden. Zaman, âdemoğluna neler öğretmiyordu ki? Ben de çok şey öğrendim geçen senelerde. Bazen toprak, çoğu zaman ot zeminde mışıl mışıl uyumayı, Dicle'de yıkanıp yunmayı, mezarda ölülerle dertleşmeyi, sarayda sultanlar, şehirde halkla hemhâl olmayı öğrendim. Kâğıttan yelkenler yaptım kalbimden ki hiçbiri Dicle'nin karşı kıyısına ulaşmayacağını öğrendim. Delicesine muhabbetli, meczupça âşık dediler bana, oysa sağlam limanı olmayanın o dediklerinden hiçbiri olmazdı ki! Benden hiçbir şey olmayacağını da... HİÇ olduğumu da ÖĞRENDİM!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.