"Yâ Rabbi, kaç kişinin hayat sürdüğü bu koca kasabada yalnız kalmış gibiyim, hikmetinden suâl olunmaz, kim bilir ne hikmeti vardır..."
Kilitli kapı önünde, iki büklüm, avuçlarımı açtım ağlayarak bir duâ ettim ki sormayın. Giden gece, daha gölgeden eteklerini toplayamamıştı. Bahçeye çıkan kapı kemerinde asılı kırk mumluk sarı, zayıf ampül, sönük ışığıyla, duvarları titretiyordu.
"Hey cancağızım... Hey!" Elimde sıkı sıkıya tutup göğsüme bastırdığım Kur'ân-ı kerîme baktım. Dışarıdaki kuş cıvıltılarına kulak kabarttım. Bu, ne muhteşem güzellikti yâ Rabbî. Kollarım semada, dizüstü çömeldiğim yerde bütün kalbimle duâ ediyorum:
"Yâ Rabbi, kaç kişinin hayat sürdüğü bu koca kasabada yalnız kalmış gibiyim, hikmetinden suâl olunmaz, kim bilir ne hikmeti vardır. Beni bu nurlu yoldan, İslâmiyet’i doğru olarak yaşamaktan ayrılanlardan eyleme, aklımı fehmimi artır. Bana rıza-i ilâhin için çalışan, okuyup yazan, ibadet eden güzel kullarını tanımak nasip eyle Allah’ım! Yoksa... Yoksa tek başımla bu azgın nefsimle, bu günah çukuruna saplanmış insanlarla nasıl baş edebilir, nasıl imânımı muhafaza edebilir, nasıl razı olduğun kullarının arasına girebilirim? Ey merhametliler merhametlisi yüce Allah'ım! Sana sığınıyorum, senden yardım istiyorum, şu mübârek ay, gün ve geceler hürmetine, razı olduğun, beğendiğin sevgili kulların hatırına, hürmetine beni Müslüman olarak yaşat, razı olduğun şekilde bir hayat sürmeyi nasip et ve razı olduğun bir sonla da huzuruna gelmekle şereflendir!"
Daha başka neler saydım duâmda, tam hatırlamıyorum ama kısaca özeti buydu. Bildiğim tek bir şey vardı, o da: Yalnızlığın vermiş olduğu kalp kırıklığıyla can-ı gönülden, bütün samimiyetimle Allahü teâlâdan razı olduğu, beğendiği bir çıkış yolu istememdi...
Ertesi günü mektebe gittim. O gecenin hüznünü, garipliğini hâlâ üzerimden atamamıştım. Subay hanımı muallimeler konuşurken şahit oldum;
- Tümen Kurmay Başkanı, câmiye gidenleri tesbit etmiş, hepsini bizzat odasına çağırarak ikaz ve telkin ederek her çeşit irticaî faaliyetlere katılmaktan menetmiş. "Bir daha olmasın!" diye de sıkı sıkıya tembih etmiş!
- Oo, Ragıp Bey! Listede senin ismin de geçiyormuş! Millî Eğitim Müdürlüğüne yazı yazmışlar, haberin olsun!
- Ne yapmışım?
- Sen daha iyi bilirsin!
- !!!
Döner feleğin çarkı,
Bırakmaz beni korku,
Doğru yolda olanın,
Gözüne girmez uyku.
Evet doğru söylüyorlardı ben daha iyi bilirdim. Kimseye zararımız, ziyanımız olmadan namazımızı kılıp, Kur'ân-ı kerîm okuyorduk. Bundan daha büyük suç mu olurdu?!. Aynı insanlarla gazinoda sabaha kadar kafayı çekseydik, Dumlu sokaklarında nara atıp dolaşsaydık, hatta bazı... neyse daha fazla söylemeyeyim... bilmem ne rezillikler işleseydik bizi böyle hesaba çekecekler miydi?
Konuşulanlara aldırmasam da üzüntümü gizleyemiyordum. O akşam Murat Hoca da aksine uyumuş sahura bile kalkamamış.
Biraz sonra odaya gülerek giren personel müdürümüz Muhlis Bey, bir sarı zarf tutuşturdu elime...
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...