Kimi Hak âşığı dedi, kimileri de Deli, Divane... sevenlerle de hatta nefret edip sevmeyenlerle de samimi oldum.
Çok şeyi öğrendim, öğrendiklerimi burada sayıp dökmeye sayfalar kifayetsiz kalır. Zaten ne demek istediğimi anlayan anladı.
Çok şey de kaybettim. Önce dedemi, ninemi, babamı, anneciğimi, konu komşu, eş dost, hısım akrabalarımı, tarla, bağ bahçelerimizi, memleketimi, evimizi barkımızı, gençliğimi, hepsinden de mühimi aklımı kaybettim. MECZUP, DELİ DİVANE Behlül isimleri sakız gibi yapışıverdi üzerime. Onlar benden memnun ben de onlardan... öylesine bugünlere kadar geldik. "Ya bundan sonrası?” deyip duruyorum şimdi de...
Her şeyim sahte olsa bile Allahü teâlâya karşı pek samimi oldum, geçen ömrüm boyunca. Kızgın güneşte kavrulmuş, yer yer çatlamış, havı dökülmüş yüzümün bozuk yerlerine, pek büyük muhabbetler yamadım. Bu yüzden kimi Hak âşığı dedi, kimileri de Deli, Divane... sevenlerle de hatta nefret edip sevmeyenlerle de samimi oldum.
Çoğu zaman tekmelediler, iteklediler, kovdular, sövdüler… birileri de tuttu elimden kaldırdı, zamanın sultanının sofrasına misafir eyledi. Buna rağmen güneş kavruğu yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bütün samimiyetiyle. Ağlamaktan göz pınarlarım kurusa da bitmeyen tespih tanelerim vardı. Zikr-i ilahiye tespih tanelerim yetmese gözyaşlarım devreye girerdi.
Hayatımda hiç boşluk olmadı Rabbimi zikretmediğim, elhamdülillah! Sayıp tasnif etmeye gücüm kuvvetim yetmedi, her insanın sayısız yalnızlığı vardı. Vardı ama benimkisi gibi olanı hiç yoktu. Aşk, meşk diyorsunuz ya ne derseniz deyin! Ben nihayet sonumun geldiğini biliyor, ona göre de bekliyordum SAMİMİYETLE!
Çok şey unuttum hayattan ve karşılaştıklarımdan. Taşların üzerine Dicle'de yıkadığım eski kirli çamaşırlarımı sermeyi… ki uçlarından şıp şıp diye hep acı, keder, hasretlik, tek kelimeyle çile damlardı. Kızgın Bağdat güneşinde meyve, sebze kurutmayı, börtü böcekle lokma paylaşmayı, çocukla çocuk, büyükle büyük olmayı da unuttum. Ben bitmek nedir bilmeyen acılarımın başını avuçlarımla okşayıp kendi kendimi teselli etmeyi de unuttum. Kendimi de UNUTTUM zaman içinde.
Şu veya bu şekilde bir cübbem bile oldu içinde kaybolduğum. Durduk yere insan kaybolmayı ister mi? İşte ben yani “DELİ” dediğiniz bu adam, istediğini ve dediğini yaptı. Hepten kayboldum eş dost, hısım akraba, tanıdık bildik çevremden. Kimi zaman saraylarda misafir oldum, bazen pek uzaklara sefer eyledim, bazen de nereye gideceğimi bilmeden çekip gittim. Biliyordum uzakların bana gelmeyeceğini, belki de onun için başımı alıp gelmeyene gidiyordum. Sen uzaklara gidersin, oralar seni ister. Bak oralar da yalnızlığı sevmez, sevmez ama muhabbeti, aşkı severmiş! Sevgiden kimse zarar görmemiş şimdiye kadar. İşte bunu UNUTMADIM.
Bazen bir çobanın mütebessim uzattığı toprak kaptan taze sağılmış süt içtim acım hafiflesin diye. Kırda, bayırda kendiliğinden bitmiş daldan topladığım taze meyveleri yedim, bir köşeye çekilip açlık zehrimi alsın diye. Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz nice ilâhiler öğrendim, yanık yanık söyledim. Kurt kuş sessizce dinledi lakin nefsime sözüm geçmedi. O haini bir ben bilirim! Siz zehir nedir bilmezsiniz! Zehir aşkı bilir ama nefis denilen canavarı asla! DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...