"Her şey yolunda, şu dadaş fıkrasını anlat bakalım!"

A -
A +

“Erzurum’un bir dağ köyünde hayat mücadelesi veren Abdullah Dadaş, köyünde mektep olmadığından okuma yazma öğrenememiş..."

 

 

 

 

 

Onlara dedim ki:

 

- Anlaşıldı, fena doldurmuşlar. Darılmaca ve alınmaca yok! Bakın siz istediniz!

 

- Neticede fıkra değil mi?

 

- Fıkra olmasına fıkra da, alınmanızdan endişe ediyorum!

 

- Azerbaycan Türkleri öyle ufak-tefek şeylerden alınacak olsalardı…

 

- Madem öyle anlatayım, sonra da gezimizin planlamasına geçelim.

 

- Bizce her şey yolunda. Sen anlat bakalım Dadaşım nasıl okuma yazmayı sökmüş?

 

- !!!

 

Uzun zamandır derin derin düşünüyor, muhakeme ediyor, hesaba çekiyordum yaptıklarımı, bütün hayatımı. Her çeşitten sebeplere yapıştığım hâlde, eksik bir şeyler olabilirdi. Yaptığımız iş çok mühimdi, küçük bir dikkatsizlik, büyük yaralar açabilirdi. Cevabını bir türlü veremediğim suâllerle doluydu her yanım. Elimde olmadan ezbere yaşıyordum sanki. Hep bu sıra dışı, heyecan verici hayatımı ince eleyip sık dokuyordum ama o günkü kadar hiç bu kadar kuvvetli hissetmemiştim. Gözlerin pürdikkat üzerimde olduğunu fark edince hemen fıkrama başladım:

 

“Erzurum’un kervan geçmez, kuş konmaz bir dağ köyünde hayat mücadelesi veren Abdullah Dadaş, köyünde mektep olmadığından okuma yazma öğrenememiş.

 

Zaman su gibi akıp gitmiş, asker olma vakti gelmiş. Kışın yollar kapalı olduğundan haber ulaştırılamamış, dolayısıyla da ancak devre kaybı olarak askere gidebilmiş.

 

Okuma yazma bilmediğinden onu ALİ MEKTEBİ denilen okuma yazma kurslarına almışlar.

 

İlk ders, komutan koltuğunda birkaç kitapla sınıfa girmiş. Herkes ayağa kalkmış, Abdullah Dadaş da kalkmış.

 

Herkes oturmuş, o da oturmuş.

 

Komutan, koltuğunun altındaki kitaplardan birini alıp açmış:

 

“Kim okuyacak” diye, bütün sınıfa hitaben sormuş?

 

Komutanın gözüne girebilmek için herkes parmak kaldırmış. Abdullah Dadaş ne olup-bittiğini tam anlayamadığından parmak kaldıramamış. Tabii çok üzülmüş, kızarmış, bozarmış, terlemiş, hayıflanmış, kendi kendini yiyip bitirmiş âdetâ.

 

Olacak bu ya… Komutan da açtığı kitabı Abdullah Dadaşın yanında oturan erin önüne koymuş.

 

- Hadi evladım oku bakalım! Ne kadar geliştirdin, görelim?

 

- Emredersiniz komutanım!

 

Diyen er de komutanın takdirini almak, gözüne girmek için hemen okumaya başlamış…

 

Harfleri yeni, yarım-yamalak öğrendiği için de ancak heceleyerek okuyabiliyormuş, Abdullah Dadaş'ın meraklı bakışları altında başlamış okumaya…

 

"Ö-küz" demiş.

 

Dadaş, yan gözle okuduğu kitaba bakmış. Üstte öküz resmi, altında kargacık-burgacık, eğri-büğrü çizgiler, adam o çizgilere parmağını koymuş "öküz" demiyor da "ö-küz" diye heceliyormuş. Dadaş, kendi kendine; "Okumak da ne acayip şeymiş!" diye söylenmiş. Yanındaki heceleyerek devam etmiş okumasına:

 

"Pen-ce-re" derken Dadaş, yine bir kitaba, bir de okuyan ere bakmış. Üstte yine pencere resmi var, altında kargacık-burgacık bir mânâ veremediği eğri-büğrü çizgiler, adam o çizgilere parmağını koymuş, "pencere " demiyor da; "Pen-ce-re" diyormuş yine.

 

     DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.