
"Osmanlı ecdadımızın okuyup istifade ettiği, kitapların günümüz insanı için kaynak gösterilerek derlendiği bir ilmihâl almanızı tavsiye ettim, size..."
Bildiklerimi, dilim döndüğünce anlatıyordum adama:
-Şimdi adam elli yaşına gelmiş, kırk sene alnı hiç secdeye değmemiş. Arkadaşlarının patır patır öldüğünü görünce “ya bize de sıra gelecek galiba…” deyip namaza başlıyor. Bu adam; o kadar birikmiş borcunu nasıl ödeyecek? Mecburen o borçlardan kurtulması lazım. Sonra, sünnet namazlar terk edilmiyor ki! Sünnet ve nafile namazları kılarken kazâya da niyet ederek kılsa, kısa zamanda borçtan kurtulmak mümkün...
- !!!
Diş dolgusunu, sigara meselesini, sakal mevzusunu, hoparlörle ezan okunmasını konuştuk. Bazı kısımları kitaptan okudum. Biraz ikna olur gibi oldu. Kitabı almaya niyetlenmişti ki vaiz efendilerden biri içeri girdi.
- İşte işin uzmanı geldi. Hocam bu delikanlı bu kitabı almamı istiyor, ne dersiniz?
- Diyanet'inkini al!
- Bak demedim mi?
- !!!
- Sustun de mi? Hadi konuşsana! Demin bülbül kesilmiştin!
- Hacı dayı ne konuşayım? Cahil olduğumu söylemiştim!
- Yok yok işte bana anlattıklarını vaiz efendiye de anlat!
- Estağfirullah! Vaiz efendinin vazifesi anlatmak!
- Bak aynı noktaya geldik! Vaizler anlatacak, bizler de onların dediklerini yapacağız! Sistem böyle!
- Sisteme, şuna buna karışmak gibi bir hevesimiz, derdimiz yok Hacı dayı! Osmanlı ecdadımızın okuyup istifade ettiği, kitapların günümüz insanı için kaynak gösterilerek derlendiği bir ilmihâl almanızı tavsiye ettim, siz alıp ta nerelere taşıdınız!
- Osmanlı değil Cumhuriyet Türkiyesindeyiz!
- İbadetlerden bahsediyoruz, siyasetten değil!
- Bölücülük yapmayın!
- Lâ havle… Çekip durdum içimden ama benimkisi de bana olmuştu. Ne cihan harbi, ne meydan muharebesi bu sıkıntının yanında hiç kalırdı.
Eskiden beri konuşmayı, münakaşayı sevmezdim. Doğru söylemek lazım gelirse; pek beceremezdim de… Hacı dayı sorunca; elimde olmadan dilim çözüldü, bir iki laf edeyim dedim. Şimdi bizi bıyık altından kıs kıs gülerek seyreden koca vaiz efendiye karşı ne diyebilecektim ki? “Hayırlı geceler” dedim, Leyle-i Kadirlerini tebrik ederek çıktım. Nereden aklımda kalmışsa dudaklarımdan şu mısralar dökülüyordu:
Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki emânettir.
Kim bir gönül yaparsa, bilsin ki ibâdettir.
Kim de bir gönül yıkarsa, bilsin ki cinâyettir.
Edebi, adâbı, ilmihâlini bilmek ise diyânettir.
Zaman bir hayli geçmişti ve iki kitaptan bir tane bile satamamıştım. Üstelik fena hâlde hırpalanmış hissediyordum kendimi. Düşünceli düşünceli buluşma noktasına gittim. İstif ettiğimiz kitaplar bir hayli azalmıştı. “Demek arkadaşlarım eli boş dönmemişler” diyerek ilmihâlin birini bıraktım, birini aldım. Hırka-i şerifi ziyaret edenlerin arasına katıldım. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...