Buram buram hasretini çektiğim memleketimi, kayıp olmuşluğumu aradım...
Ben işte böyle… yaptıkları, yapamadıkları saymakla bitmeyecek tuhaf biriyim. Rabbimin mübarek gecelerinde nice evliyaların müşfik bakışlarında teselli aradım. Onlarla ebediyen kurtulabileceğim bir dost peşinde koştum. Mürşid-i kâmilin gülen acılı yüzünde çok huzur aradım, geçen ömrüm boyunca…
Yüzü güneşte yanmış garibanların yüzünde yüzümü aradım, kalbimi aradım, kaybettiğim aklımı aradım. Buram buram hasretini çektiğim memleketimi, kayıp olmuşluğumu aradım. Bulmak o kadar kolay olmasa da aradım. Güzelliği, huzuru, saadeti aradım bıkmadan usanmadan. Hem ağladım hem güldüm, bizden sonrakilere numune bir hayat bırakmak için kalıcı güzel şeyler ARADIM. Örnek bir hayat yaşayıp nesillere iyi numune bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşündüm, durmadım aradım. Peki buldun mu aradığını? Son nefesime kadar da arayacağım biiznillah.
Kimi gün öylesine yalnızdım, derdimi anamın hayaline, babamın külahına, Dicle’nin berrak sularına, taşlara, toprağa anlattım. Neyi sevip sevmeyeceğimi tam ayırt edip bilemedim. Bunun ne demek olduğunu da bilemedim. Öldüğüm gece ayaklarımı kim okşayacak, gözlerimi kim kapatacaktı? Suâlin cevabını da bilemedim. Çok şey öğrendim, geçen ömrüm boyunca ama bilmediklerimi hâlâ bilemiyorum. Acının ortasında acısız olmayı, kalbi karaların yanında kalpsiz olmayı bilemedim. Nefis bir yemeğin içinde sapı kavrulmuş bir tahta kaşık gibiydim. Hâlâ da niçin öyleyim? BİLEMİYORUM!
Bu karmaşık iç dünyamın baskılarından mı ne kendimi Bağdat'ın kenar mahallelerine taşıdım. “EBEDÎ KURTULUŞ” diyoruz ya, işte orda durun. Onu hesaba katmayan akla ben akıl mı derim? Güya kendilerini bir şey sanan nice gafiller gördüm, birkaç günlük hayat için inci boncukla oyalanıp ahirete gidiyorlar. Gözlerini dünyaya yumup ahirete açınca büyük hakikat karşısında perperişan oluyorlar. İşte o zaman da iş işten çoktan geçmiş oluyor. Ah vah etmek, saçını başını yolmak, kafasını taşlara vurmak işe yaramıyor! Mert isen, gel o gün gelmeden yap yapacaklarını da ebedi kurtuluşa erenlerden olasın!
Sel sularının getirdiği unutulmuş bir taş gibi kalakaldım hem şehrin, hem kendimin ucunda. Öyle itilmiş, kakılmış, öyle kötü, çaresiz, korkak, hissiyatı yırtık ve perişan... Siz Behlül’ü nasıl bilirsiniz bilmem? Ben işte böyle karmaşık bir şaşkınım! Hakka, hakîkate ulaşmaya çalıştım bütün kalbimle. O uğurda her şeyimi verdim, öyle de yaşadım. Şimdi, o muhabbetle de elveda fâni DÜNYA diyeceğim yalnız, kimsesiz ve sessiz sedasız, içim Hak teâlâ ile dopdolu…
Şimdi müsaadenizle ben sorayım: HAKİKATEN DELİ OLAN KİM?
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...