Bu yüksek dağlardan kopup gelen, taa Bağdat’ımıza kadar ulaşan derya misali sular, durmadan bereket taşıyordu ovalara.
Düşmanlık için fırsat kollayıp çirkin işler yapan, kötü muamele edenler; en çok da güzel insanlara iftira atanlar, pek çok fitne kazanını kaynatmaya çalışanların her zaman, her yerde olabileceğini de anlamıştım. Bunların hepsi de iç ve dış düşmanlara karşı daha dikkatli olmam lazım geldiğini öğretmişti. Derin tesir eden acılara dayanmalıydım. Kin ve nefret dolu olanların çokluğuna şahid olunca, kıymetli hocamdan duyduğum mısralar geldi aklıma.
Önünü göremezken, gözlerimiz uzakta,
Her an dikkat etmeli, ayağımız tuzakta.
Rehbersiz dolaşmayın, yol olmayan sazakta.
Pek acele etmeyin, ayağınız burkulur,
Öfkeyle kalkan kişi, ağlayarak oturur.
Yavaş ol, tökezlenir, düşüp başın yararsın,
Çok acele etsen de, olacağa varırsın.
Kuvvetliyken çok çalış, o günleri ararsın!
Fırsat elden çıkınca, insan başına vurur,
Yanlış yapar dövünür, pişman olur oturur.
Elbet sevilir seven, affedilir affeden.
Küfürde inat eden, bir gün çıkar dininden,
Hem tatlı söz yılanı çıkarır deliğinden.
Tohum önce kök salar, sonra yeşerir, kurur
Zalime yardım eden, zulme uğrar oturur.
Mütevâzı olana, tevazu ile yaklaş!
Kibirliye yüz verme, hemen ondan uzaklaş!
Her daim ciddi durma, gül, bazen de şakalaş,
Ne fırtınalar diner, ne akan sular durur,
Yalan söyleyen kişi, saç baş yolar kudurur.
Tevazu fazilettir, çirkindir büyüklenmek,
Sadaka gibi sevap, kibire kibirlenmek.
Ne büyük acıdır ki, günah ile kirlenmek.
HOCA iyice düşün, sakın ha etme gurur,
Aklını kullanmayan, mahcup olur oturur.
***
NİÇİN ANLATTIM?..
Duymuştum ki Allahü teâlâ yüksek cebeller yaratmış, başları her mevsim beyaz kalsa da etekleri zümrütten yeşilliklerle bezeli. Bu yüksek dağlardan kopup gelen, taa Bağdat’ımıza kadar ulaşan derya misali sular, durmadan bereket taşıyordu ovalara.
Baharın gelişi, tabiatı canlandırdığı gibi insanımızı da hareketlendirmişti. Bu demek, yeni simalar, cıvıl cıvıl sokaklar, çalışanlarla dolu tarla, bağ bahçeler, koyun kuzu sürüleriyle şenlenen kırlar bayırlar demekti.
Ne yapılacaksa vaktinde yapılmalıydı. Ekim mevsimi geçtikten sonra gayrete kalkmak beyhudeydi. Herkes biliyordu ki mevsiminde tohum ekmeyenin hasat vaktini beklemeye hakkı yoktu. Bahar, yaz birbirini kovalarcasına takip ediyor ve çabuk da geçip gidiyordu. Onlar birbirlerini takip ediyor da günler, haftalar, aylar, yıllar öyle değil miydi? Vakit nakitti. Kıymetlendirdin ne âlâ. Kıymetlendiremedinse vay hâlineydi. Su gibi akıp gidiyordu. Suların önüne bent vurup bir müddet durdurulsa da vakti durdurmaya kimsenin kuvveti yetmiyordu. Ne yapacaksam zamanında yapmam lazım geldiğini çok iyi anlamıştım. Beni meczup eden de bunun farkında olmamdı galiba. Bu kısa ömrümde yaşadıklarım anlatmakla bitecek gibi değil. En iyisi ibretlik olanlara kısaca dokunup geçeyim.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...