Biraz önce ortaya açtığı portatif hasır tabureye, kuluçkaya yatmaya hazırlanan bir hindi sakinliğinde oturuverdi...
Matbaacıya "Ben de bir zamanlar sigara içmeye çok özenmiştim" deyince:
- Yapma be gazeteci! Nesine özenden?
- Ne bileyim! O şık paketler, hele kapağını açıp kapatırken çıkan ‘çınn’ sesiyle tarifsiz bir melodi gibi göze, kulağa hoş gelen parlak, kaypak metal çakmaklar pek hoşuma gidiyordu. Onlara sahip olmak istiyordum. Demek gördüklerime heveslenmiştim.
- Aynı zamanda erkeklik sembolü, delikanlılık raconu değil mi?
- Onu dillendirmiyoruz ama asıl mesele o zaten… Çocukluktan gençliğe sınıf atlama... Bu cazip takım “sigara ve çakmak” ne kadar alâkamı çekiyordu anlatamam. Olmadı bir türlü alışamadım. Bu beceriksizliğime gülüyorum usta!
- Keşke o dediğinden bizde de olsaydı, hiç beceremeseydim! Nerede o şans?
- Sizde o şans yokmuş ama başka meziyetler var ustam!
- Aman aman! Ne meziyet, ne meziyet! Olmaz olsaydı!
- Öyle deme ustam.
- Bizi incitmemek için öyle hikâyeler uyduruyormuşsun, affedersiniz anlatıyormuşsun gibime geldi.
- İlâhi ustam, sana da laf yetiştiremiyorum ki…
Kendimi fazla müdafaa etmedim. Böyle açık ve delikanlıca sözlere hafif bir tebessümle yetindim. O, kötü arkadaşlarının kurbanı olduğundan, çevrenin bozukluğundan dem vurdu ve;
- Hadi öyle olsun.
Dedi ve köşedeki mürekkep lekeli dolaba uzanıp içinden kalın, ilkin ne olduğu tam anlaşılmayan bir havluyu çekti, alelacele omuzlarına atıverdi. Biraz önce ortaya açtığı portatif hasır tabureye, kuluçkaya yatmaya hazırlanan bir hindi sakinliğinde otururken:
- Sizin ev neredeydi?
- Fatih, Karagümrük…
- İyi, yolumun üzeri. İşimiz bitince beraber çıkarız. Seni bırakırım.
- Zahmet olmasın.
- İnşâallah rahmet olur. Üstelik yolundan alıkoydum. Bak hava iyice karardı. "Çırak, teybi biraz daha aç..." diye seslendi. Bir şeyleri doğru hatırlayabilmek için birçok insanın yaptığı gibi yavaş, yavaş gözlerini kapadı. Alt kattaki fasılasız çalışan makinaların çıkardıkları ritmik tıkırtılara aldırmadan kendini teypteki oyunun akışına bıraktı, daldı...
Bir taraftan ustanın bu seremoniden ne çıkarıp anlatacağını merak ediyor, diğer taraftan da o radyo tiyatrosunun hazırlanmasındaki koşuşturmayı yeniden yaşıyordum. Rahim Er abimizin niçin bu mevzuyu işlememiz lazım geldiğini, Bişr-i Hâfî hazretlerinin mânevi üstünlüğünü, evliyâ hayatlarının ve de mematlarının boş olmayıp hep ibret dolu olduğunu, mutlaka bu örnek yaşantıların insan üzerinde tesirli olacağını aşkla, şevkle anlattığı dramaturg toplantılarını daha dün gibi yeniden yaşadım bütün canlılığıyla.
Bilmem kaç senedir müessesede çalışıyorum. Çeşitli yerlere girip-çıktım, çok değişik insanlarla karşılaştım. İlk defa böyle birisiyle tanışıyordum. Mert, içi-dışı bir, açık, şeffaf bir Anadolu insanı. Mütevâzı bir iş hanının en yukarısındaki küçük dükkânında canlı bir karikatür gibi oturuyor, gecenin bu vaktinde, bizim hazırladığımız ve gazetemizin yanında promosyon olarak hediye edilmiş bir kaseti dinliyorduk birlikte. İbadet eder gibi huzur içindeydi...
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...