Merhamet nedir bilmeyen Kızıl İvan çetesi!..

A -
A +
Duruma şahit olan Doğan Bey, fena hâlde hiddetlendi. Gerildi… Gerildi…
 
Kartal yuvası, sarp kayalıklar, ay ışığı altında bronz kütükler gibi gökyüzüne uzuyor gibiydi. Bazı dalları kurumuş çam gölgeleri, nehre inen keçi yoluna birer kara delik gibi düşüyor, ıslık çalarak esen serin sonbahar rüzgârı, insanın canını yakıyordu. Ağaç sarsıntılarının birbirine çarpmasıyla çıkan sesler, Doğan Bey’in ayak tıkırtılarının duyulmasına mâni oluyordu…
Bu dağların eşkıyası Kızıl İvan ve adamları, akla, hayale gelmeyecek işkencelerle terör estirmekteydi. Merhamet nedir bilmeyen belki de tek çete bunlardı. Umumiyetle avlarına sürünerek yaklaşır, sinsice üzerlerine atılır, kadın, çoluk, çocuk, hasta, ihtiyar demeden imha ederlerdi. Sürünerek yaklaşmalarından mı, yoksa acımasız olmalarından dolayı mı ne? Onlara; “Dragon Çetesi” deniyordu bu çevrede.
İşte oldukça varlıklı bir grubu yakalamışlar lime lime etmek üzereler. İtibarlı bir aileye mensup kızı ve malını korumaya çalışan iki muhafıza karşı güçlü, kuvvetli üç kişi göndermişler. Çetenin diğer adamları ise her ihtimale karşı gizlenmiş, olanları dikkatlice takip ediyordu.
Oldukça iyi dövüşen muhafızlardan biri, karşısındaki eşkıyalardan iriyarı olanını kılıç darbesiyle bertaraf etti. Arkadaşlarının kaş ile göz arasında öldürülmesine sinirlenen diğer adamlar, tuttukları muhafızı iki parçaya bölüp, beridekinin üzerine hamle yaptılar.
Duruma şahit olan Doğan Bey, fena hâlde hiddetlendi. Gerildi… Gerildi… Gerildi… Boyunun iki katı yukarı fırlayarak nereden geldiği belli olmayan bir tufan gibi eşkıyaların üzerine düştü. Hep birlikte şangır şungur patika yolda yuvarlandılar.
Ödü kopan zavallı kız, sindiği kayanın dibinde; “Kaş ile göz arasında imdadıma yetişen bu korkusuz, yakışıklı yiğit de kimdir acaba?” diye söylenirken oldukça da rahatlamıştı.
Genç kadın, eşkıyaların zulmüne uğramışken, yanan ateşi görüp, imdat istemişti. Parlak ipek entarisi paramparçaydı. Gür, düz, koyu kumral saçları, kar gibi beyaz, mermer kadar diri omuzlarına dökülmüş, celladını bekleyen bir mazlum gibi derin derin düşünüyor, oraya, buraya dağılmış eşyaların arasından korku dolu gözlerle Doğan Bey’e bakıyordu.
Babasının şatosuna giden bu yol pek tenha ve bir o kadar da kestirmeydi. Sığındıkları kuytu köşede biraz istirahat edip, yola devam etmeyi düşünürlerken, başına gelenlerle, planları altüst olmuştu. “Ya bu yiğit genç karşımıza çıkmasaydı, ne olurdu hâlim?” diye sordu kendi kendine. Ürperdi!. Titredi elinde olmadan.  
Ay ışığının altında kılıçların çarpışmasından çıkan kıvılcımlar, çelik sesine karışıyor, korkutuyordu insanı. Üzerine düşen nesneyi tam anlayamayan iki eşkıya, biraz sonra gözleri yuvalarından fırlamış cansız iki ceset olarak yere yığıldı.
Gizlendikleri yerden fırlayan diğer eşkıyalar, Doğan Bey’i haklamak üzereyken Üryan Eşkıya’nın ani kılıç darbeleriyle tesirsiz hâle geldi, çuval gibi önlerine düştüler. Gürültüye dönen Doğan, sevgiyle baktı yol arkadaşına.
- Ödeştik!..
- Daha çok borcum var yiğidim. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.