Kaydet
a- | +A

Her zaman sakin biriydi, dışarıdan bakınca. Aslında o, içten içe fokur fokur kaynayan bir volkandı, hep tedirgindi ve öylesine kaynar dururdu.

Her şey göz önündeydi. İşte üç taraftan mavi billur çerçeve ile çevrilmiş İstanbul! Pây-i taht, Dersaadet! Koca şehir, bulutlara doğru alemlerini kaldırmış minarelerden dolayı binbir direkli muhteşem bir gemi şeklinde ve oldukça azametle demir atmış duruyordu gözünün önünde.

Haliç; 'Altın Boynuz' misali hâlâ pek ihtişamlı! İşte pembe sisler içinde yükselen adalar. Daha uzaklarda hayal-meyal fark edilen Yalova, Mudanya dağları silüeti…

Derviş kara bağlıyor,

Ciğerini dağlıyor,

Hasan Hasan olalı,

Çocuk gibi ağlıyor.

Her zaman sakin biriydi, dışarıdan bakınca. Aslında o, içten içe fokur fokur kaynayan bir volkandı, hep tedirgindi ve öylesine kaynar dururdu. İlk bakışta bunu kimse fark edemezdi. Son zamanlarda insanların davranışları karşısında, kendisini iyi bilmese, neredeyse umutsuz bir vaka olduğuna inanmaya başlayacaktı.

Kendinden son derece emindi de; muhataplarına ne dediğini ve ne istediğini tam anlatamıyordu.

Çok basit kalıyordu çevresindekilerin şaşırıp kaldığı şeyler. O, herkes tarafından itimat edilir biri olarak tanınsa da insanların dudak büküşüne, mühimsemez tavırlarına, lakayt davranışlarına, iğnelemelerine ve onu görünce gülüşmelerine bir mana veremiyordu. Alışmıştı zaten, hiç aldırmazdı da…

Bu hâline acıyanlar, hatta şikâyet edilecek biri olmadığına inananlar daha çoğunluktaydı. Şu veya bu sebeple kapılarını aşındırdığı, ısrarla hâlini anlattığı insanlardan tam anlayamayanların yanında, ona imrenenler bile oluyordu. "İnsanoğlu noksan oğluydu" ona göre…

Bu durumda hissettiği şey; üzüntü mü, yoksa memnuniyet mi orasını da tam olarak bilemiyordu.

Bu yerden göçmelisin,

Nefsinden geçmelisin,

İki tane yâr olmaz,

Birini seçmelisin!

Güneş batıp karanlık çökünce üşüdüğünü hissetti. Zayıf benzi mum beyazı, yanakları al al olmuştu. Daha önce topladığı kuru odunları tutuşturdu, cılız bir ateş yaktı, ellerini uzattı alevlere doğru. Cehennemi hatırladı, bir anda ürperdi. “Ebedî hayat! Sonsuzluk! Cennet veya Cehennemden biri bizi bekliyor!” derken gözleri büyüdü, boncuk boncuk yaş doldu. Ellerini ateşe uzatırken belki de o istikbâlini ısıtıyordu; bir elinde çam çırası, bir elinde is karasıyla… Sonu olmayan bir hayat düşünüyordu; bir senenin bir günde geçişini, ellerinde isten kalma kara, onun için kına hükmünde olsa da sonsuzluğu tam anladığına kani değildi. Akı gitmiş tekkesi üzerine kuru vişne rengi tülbentten bir bez sarılmıştı. Sırtında kıldan bol hırkasıyla ihtişamlı duruyor, önünde diz çökmüş hayvanları düşünüyordu, onlardan daha çok "vurdumduymaz" insanları… Bir şeyler arıyor, bir şeyler bekliyordu… Ne olduğunu sorsalar vereceği cevabı da yoktu. Bütün hatıralarıyla, sarığında umutları; kıvrım kıvrım dürülmüş o günü bekliyordu…

Atından indirirler,

Tabuta bindirirler,

Zavallı köpekçiyi,

Ahrete gönderirler!

DEVAMI YARIN


Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR