Kendi kendimle olan mücadelede bazen soluk alıyor olsam da çoğu zaman soluğumun hepten tıkandığını görüp ümitsizliğe kapılıyorum...
Öyle çetin, öyle belâlı bir ömür sürüyordum ki Rabbimin rızasına muhalif bir şey yaparım diye ödüm kopuyordu. Hem sizin için hem de benim ebedi saadetim için elzem olduğundan anlatmaya ihtiyaç duyuyorum ama kolay olmuyor.
Nasıl bir hissiyat ise hakikati anlatmakta kelime bulamıyorum, zorlanıyorum. Gün geçmiyor ki, zulüm, işkence, bir felâket, bir katliam, bir vicdansızlık haberi duymayayım. İnsanların kalpleri katılaştıkça, imkânları, kuvvetleri, iktidarları arttıkça o nisbette vahşet ve gaddarlıkları da artıyor. Maalesef, her gün kötü ve benzeri haberleri duya duya, önce olup bitenleri içimize sindiriyor, sonra da hiçbir şey yokmuş havasına giriyoruz.
Aklım erdiği günden beri bu fâni dünyaya bakışımı; “Hayatımın nihayetine sefer…” olarak düşünüyorum. Düşünürken his derinliklerime doğru bir yolculuğa çıkacağım için kendimi hep hazırlıklı tutuyor, yine de yeis ve korkularımdan kurtulamıyordum.
Kendi kendimle olan mücadelede bazen soluk alıyor olsam da çoğu zaman soluğumun hepten tıkandığını görüp ümitsizliğe kapıldığım da oluyor. Hayatın ağırlığına bir de hesapta olmayan taşlar, demirler yüklüyordum elimde olmadan. Ağırlaştıkça ağırlaştırıyorum, yine de maksat hasıl olmuyordu!
Bu sefer de hayatı ve mematı aynı anda hissetmeye kalkışıyorum. Yine beceremiyorum. Hayatı okudukça pek uçlarda gezindiğimi hissediyorum. Durmuyorum, beni sarıp sarmalayan ve içimde eskiden beri var olan ve dinmeyen sancıyı, yaptığım görünmez yolculukta kelimelere dönüştürüyorum aklımca. Yaşadıklarımı itiraf ederken bir bakıma nefsimle de hesaplaşıyorum, onu fena hırpalıyorum, bu sefer de bu mücadelem hiç geçmesin istiyorum.
İçimde var olan bu birbirine zıt acayip hissiyatımı, kabuk bağlayan yaranın kaşınmasına benzetiyorum. Bu tatlı karışımı acıdan yani acıtan kaşınmadan kurtulabilecek miyim? Pek emin değilim. Yaramın iyileşip iyileşmeyeceğini düşünürken ölüm gelip yakama yapışmış olacak galiba. Belki de ölüm, bir iyileşme hâliydi de ben bilmiyordum.
Kafamda hep kocaman bir soru var! "Niçin, kulübemin etrafındaki yeşil ve vahşi sessizlik, bana içinde yaşamak mecburiyetinde bırakıldığım dünyayı ve başıma gelebilecek ihtimalleri unutturmuyor?
Dünyanın ahirete açılan kapısı, mezar başında böyle düşünürken bile aslında yaşamak mecburiyetinde kaldığım dünyayı bir türlü unutamadığıma dikkatleri çekmek istiyorum.
Taş veya kerpiç duvarlarda, çayır çimen bütün yeşilliklerde, köy kasaba şehirlerde, çeşitli renkteki insan yüzlerinde, sessizlikte, gürültüde, sınırlarda, sınırsızlıkta, baktığım her yerde farklı şeyler gören birisi olmak, hiç de beni rahat ettirmiyordu. Bu anlatmaya çalıştığım hisleri; var oluşumun artış ve azalışına bağlasam yine de işin içinden çıkamıyordum. Bütün hislerimin kaynağı az çok belli, var oluş kuvvetime bağlı olduğumun farkındayım ve bu kuvvete bir beden, bir dayanıklı vücut aramaktayım; dışarıda ve içerde, ölü ve canlı bir beden.
DEVAMI YARIN