İlk yasağını koymuştun orada “Her türlü hediye yasak!” diye. Kırmızı kurdele ve nazar boncuğu iliştirip odana astığın hat yerinde duruyor mu hâlâ?
Elini sıkıp da iki mavi kutucuğu eline sıkıştırdığımda, şaşırmıştın. “Bunlar ne?” demiştin şaşkınlıkla. “Misafirler için; yoksa sen de mi bilmiyorsun?” dediğimde “Tamam da n’olacak bunlar?” demiştin tekrar. “Komşu vermişti, saklamıştım. Size Sinema Günü hediyesi…” demeye muvaffak olduğumda Hazar kıyısına Şarktan ve Garptan gelen yağmurlar birleşip sel olup akmıştı. Ne set kaldı o günden sonra aramızda ne de duvar. İlk yasağını koymuştun orada ertesi gün; “Her türlü hediye yasak!” diye.
Kırmızı kurdele ve nazar boncuğu iliştirip odana astığın hat yerinde duruyor mu hâlâ?
Çoktan unuttum terliksi hayvanın üreme şeklini, kelebeğin ömrünü ve çeşitlerini, Amerika’nın keşfini, Mısır’ın ne yana düştüğünü, Ay'a ilk gidenin kim olduğunu, İstanbul’un fethinin dünya tarihindeki yerini, harplerin sebeplerini ve neticelerini… Lâkin unutmadım kara ellerden ve alın terinden utanmanın yanlış olduğunu… Unutmadım neftî akşamların maviye dönüşebileceğini…
Seni bir ben unutmadım, bir de evin reisi hanesine yazdığından beri omuzları dik, eli kınalı anam. Kim bilir şimdi neredesin, ne yapıyorsun, hangi üşümüş kalpleri ısıtıyorsun? Hani belki uzaklarda bir yerlerde beni, arkadaşlarımı, Azerbaycan’ı merak ediyorsan, hemen söyleyeyim; “Ellerim hâlâ kara ama dediğin gibi, istediğin gibi alnım açık, yüzüm ak. Hem de apak…”
İki çeşme yan yana
Su içsem kana kana
Bana ediresini ver
Mektup yazayım sana!
Sizi Hak teâlâya emanet ediyorum.
R. Baleyev
***
MİAMİ Mİ?
Yorgun argın uyumaya çalıştığım odamda sağa sola dönüp duruyordum. “Sıcaktan mı ne?” dedim, kalktım pencereyi açtım. Hafif bir rüzgâr yüzümü yalayarak odaya doluverdi. Durmadan hafif bir serinlik esiyordu. Lakin bana fayda etmiyordu. Peki, niçin öyleydim? Bir gün önce genel müdürümüz bir toplantıda; “Arkadaşlar kelle koltukta bir Mehmetçik gibi fedakârane çalışıyorsunuz. Buna bir şey desem dilim kurur. Lakin hep kendimiz üretiyoruz. Bu işin mütehassısları var. El nasıl yapıyorsa biz de öyle yapalım. Amerika’yı yeniden keşfetmenin ne mânâsı var? Onu bunu anlamam! En mühim projelerimizi herkesin kabul buyurduğu, itiraz edemeyeceği profesyonellere verelim. Bu bir tavsiye değil emirdir!” Öyle kesin ve içten söylenmişti ki “Hayır olamaz” demek şöyle dursun, negatif taraflarını sayıp dökmeye dahi kapı aralığı bırakılmamıştı. Ben de işin vebalini düşünerek Mustafa Necati Sepetçioğlu’na Sırrı-yı Sekatî hazretleriyle beraber Davud-i Tai hazretlerinin hayatlarının film yapılması için elimdeki mevcut dokümanları vermiştim. Anlaştığımız paranın üçte birini peşin, üçte ikisini de teslimatta ödedim. Öyle bir proje de Tarık Buğra’ya ve Sevinç Çokum’a vermiştik.
Fırında pişmiş börek,
Bize sabırlar gerek,
Her acıya katlanır,
Buna dayanmaz yürek.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...