"O dünyanın en güzel insanı, müşfik, babacan, çocukla çocuk, büyükle büyük olacak kadar gönül dostu bir zat-ı muhterem!"
Behlül Dânâ:
- Demek öyle! Sen de onlardan biri! Maşallah bu yaşta büyük ideallerin var! Ben deli mi desem divane mi desem bilemiyorum! Yani öyle aklı başında biri değil! Ne işi olur bir çocuğun bir meczupla?
- Tövbe de! Harun Reşid bile onun duâsını almak için etrafında pervaneymiş.
- Tövbe ettim. İyi ki beni ikaz ettin evlat, yoksa saçmalayıp duracaktım.
- Kuluz Efendim! Hatasız insan mı var bu dünyada?
- O meczup hakkında başka neler biliyorsun?
- O dünyanın en güzel insanı, müşfik, babacan, çocukla çocuk, büyükle büyük, köylüyle köylü, şehirliyle şehirli, deliyle deli, hükümdarla hükümdar olacak kadar gönül dostu bir zat-ı muhterem! İster zengin olsun, ister fakir, kim ne olursa olsun onun yanında aynı. Ne üstün görüyor, ne de aşağı. Herkese Allahü teâlânın ölümünü bekleyen kulları gözüyle bakıyor. Biliyor musun? Ona benzemek için hep tenhaları tercih ediyorum; onun gibi tefekkür ediyor, tabiattan ve içindekilerden ibret alıyorum. Her bir mahlukat kendi lisanlarıyla bizlere bir şeyler anlatıyorlar da kulak kabartıp duymuyoruz. Ben, acizane onun gibi her hadiseden ders çıkarmaya çalışıyorum. Yine onun gibi dünya malını kalbime değil cebime koymaya alıştırıyorum.
- Ya o çok sevdiğin adam… tövbe... “adam” demeyecektim, kusuruma bakma evlat! O efendin senin bu güzel düşüncelerine münasip biri değilse, sukut-u hayale uğramaz mısın?
- Ben yanılsam da Harun Sultan’ımız yanılmaz, bu kadar Bağdatlı ulemâ yanılmaz!
- Çok güzel bakış, pek kıymetli laflar bunlar. Devam et evlat. Onun hakkında daha başka neler biliyorsun?
- O zamanımızın bir tanesi. Ah bir de görüp ellerinden öpebilseydim. Duâsını alır, belki nasihatlerini dinler nasiplenirdim.
- !!!
- Kıymetli zamanınızı ayırıp derdimi dinlediniz ya; bu bile o kadar iyi geldi ki bana... Yalnız olmadığımı, derdimle hemhâl olup dertlenen birileri olduğunu hissetmek çok mühim bir o kadar da kıymetli…
- !!!
İçimden “Bu çocuk değil, büyümüş de küçülmüş! Neler söylüyor böyle?” dedim, açık vermemek için hepten sustum. Daha dünyayı yeni tanımaya başlayan bir tıfılın böyle hasretle yanıp tutuşmasına hayret edip hayranlık duymuştum. “Ahiret derdiyle dertlenmek, ebedî saadeti aramak böyle olur…” demiş, fazla dayanamadan da yanından ayrılıp uzaklaşmıştım. Ne olur ne olmaz, bir açık verip çocuğun hayallerinin yıkılmasına sebep olmak istemiyordum.
Çoğuna göre oldukça zor ve bir o kadar da korkunç sayılabilecek yaşantım vardı. Korkunçtu ama mıknatısın cevherleri çekmesi gibi de birbirimizi buluyor çekiyorduk. O saf temiz kalbe “Bu aradığın Behlül Dânâ denilen adam benim…” diyemedim. O çocuğun masum yüzüne bakarken aklıma neler gelmiyordu ki… bütün kalbimle duâ ettim ve başını okşadım. “Sen ne güzel şeyler düşünüyormuşsun öyle. Benim kâfir nefsimin îmâna gelmesi için de duâ et…” dedim.
“Beni taklid eden gördüğüm ilk çocuk bu… Anadan babadan uzak, evimden ailemden kopuk yaşıyorum lakin nice masum gönüllere de taht kurmuşum haberim yok…” dedim, yaşlarımı sildim elimin tersiyle. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...