Ömür dediğin nedir ki, su misali akıp gidiyor...

A -
A +

Maziye dönüp baktığımda; “Eyvah! Zamanlar ne kadar çabuk geçiyor! Süratleri gittikçe artıyor. Yaş ilerledikçe zaman darlaşıyor…” demeye başladım.

 

 

 

Geçsin günler, haftalar,

 

Aylar, mevsimler, yıllar...

 

Zaman sanki bir rüzgâr.

 

Ve bir su gibi aksın...

 

 

 

Sen gözlerimde bir renk,

 

Kulaklarımda bir ses,

 

Ve içimde bir nefes,

 

Olarak kalacaksın...

 

          ***

 

Ömür dediğin ne ki? Su misali akıp gidiyor. Hayata atıldığım günden beri bir hayli zaman böyle geçip gitti, içi pişmanlıklarımla dolu.

 

Maziye dönüp baktığımda; “Eyvah! Zamanlar ne kadar çabuk geçiyor! Süratleri gittikçe artıyor. Yaş ilerledikçe zaman darlaşıyor…” demeye başladım. İnsanın işi ve parası çoğaldıkça zamanının da o oranda azaldığını fark ettim.

 

Herkesin kendine has ömrü var malumunuz. Biz bilmezsek de başlangıcı belli olduğu gibi nihayeti de belli. Yalnız bizlere müphem. Doğduğumuz andan itibaren bu bize mahsus sayılı ömrümüz, kum saatinin çalışması gibi eksilmeye başlıyor.

 

Arkamdaki günler çoğalıp sayılmayacak kadar arttıkça önümdekiler de bir o kadar azalıyor. Bunun farkında olduğumda hayatın kıymetini daha çok anladım fakat ne yazık ki mazide kalanları geri getiremiyor, yeniden yaşamaya imkân bulamıyordum.

 

Hiçbir yeni şey yapmaya vaktimiz de kifayet etmiyordu, aklımız da... “Vakit nakittir” ecdat sözü ne kadar isabetliymiş meğer. İnsan artık dostlarını birer nedamet gibi hatırlıyor. Mektup, mesaj yazıyorlar, okumaya; nasihat veriyorlar, dinlemeye vaktimiz olmuyor. İhanet görüyor, şikâyete; sadakat gösteriyor, tebriğe vakit bulamıyoruz. Eskiden hep nazla geçen mevsimler artık birer kasırga veya fırtınaya döndü! Onunla birlikte bizler de saçılıp savruluyoruz etrafa.

 

Yaş ilerledikçe seneler aylar gibi, haftalar günler gibi, saatler dakikalar gibi gelmeye ve o hızla da geçmeye başladı! Zaman bir hız hastalığına tutulmuştu da haberim yokmuş meğer. Durmadan bizi ittirerek kovalıyor! En kısa bir lezzet için fırsat ve imkân kalmıyor. Ömrümüz, mahrekinden kopmuş, gözlerimiz önünde kalbimizi kıran bir süratle boşluğa düşüp sönen yıldızlar gibi! En eski, en sevdiğimiz vefat edenlerimiz ahiretten dünyaya dönüp yanımıza gelseler belki onlarla buluşmaya ve uğraşmaya bile vaktimiz olmayacak! Varın siz anlayın vaktin nasıl hızlı kaçıp gidiyor olduğunu. Bir arkaya dönüyorsun beş sene, on sene geride kalmış. "Daha dün gibi!" demeden başka söz de bulamıyoruz.

 

Uzun söze ne hacet; daha anlatılacak hatıralar da çok yazılacaklar da... Tabii ki seçmece yapıyorum. Benim için mühim olduğu kadar, okuyucuların da ders alabileceklerini öne çıkarıp tercih ediyorum. İnşaallah maksat hâsıl olur.

 

 

 

Öyle bir ömür ki çoktur suâli,

 

Düşman hücum eder yoktur mecali.

 

Yükseklerde uçar kartal misali,

 

Dikkatle gözetir sağ ile solu,

 

Bu dünya hayatı sır ile dolu!

 

 

 

Durağı musalla, yeri kabristan,

 

Ya ateş doludur yahut gülistan,

 

Edipler durmadan yazarlar destan.

 

Okuyan âlimler doğrultur yolu.

 

Bu dünya hayatı zor ile dolu!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.