Gece geç saatlerde de olsa bütün ekibi tek tek tebrik eder, huzur ve saadet dolu hissiyatımı paylaşırdım.
Onun için çalışanların çoğu uykusuz ve yorgun olur, buna rağmen her çekimi yapılan sahnede büyük bir işi tamamlamanın verdiği hazla bütün yorgunluğumuz ufalanıp giderdi. Gece geç saatlerde de olsa bütün ekibi tek tek tebrik eder, huzur ve saadet dolu hissiyatımı paylaşırdım. Oyuncularımız rol yapmaz, oynadıkları karakteri âdeta yaşarlardı. Her çekim önce onlara; “Rol yapmayın arkadaşlar, kopun bu âlemden, o devire gidin, bunu içinizde hissedin ve yaşayın! Ne kadar hissederek oynarsanız o kadar da seyirciler hisseder, mesajlarını alır” der, motive ederdim. Onlar da beni mahcup etmediler çok şükür. Ne yapacaklarını hissettiler, öyle de yaşadılar. Bir yapımcı olarak daha ne isteyebilirdim ki? Bütün kalbimle çalıştığım herkesi tebrik ediyorum. Senelerce omuz omuza beraber çalıştığımız arkadaşlarıma burada muhabbet dolu memnuniyetlerimi gönderiyorum. Asıl muvaffakiyet onların. Ben, onların içinde saklı olan cevherin açığa çıkmasına zemin hazırladım sadece. Kendilerini keşfetmeleri için bir ayna tuttum, o kadar!
Hiç gelmezken hatıra,
Uzattı bir hâtıra,
Gönül veren çıkar mı,
Yazı yazsın satıra?
***
Bulutsuz, pürüzsüz gökyüzünde kızdırılmış nar bir küre gibi asılı duran güneş, bütün kızgın oklarını, üzerimize üzerimize salıvermişti gün boyu. Kavurucu sıcakta, pek terlemiş, âdetâ sırılsıklam olmuştuk. Buna rağmen planlanan sahneleri muvaffakiyetle çekmiş, akşam geç saatlerde Köyceğiz'deki Otelimize dönmüştük. Yorgunluktan mı, yoksa güneş çarpmasından mı ne başım fena ağrıyor... Envaitürlü kuşların mekân tutuğu mavi bir atlas gibi uzayıp giden gölün kenarındaki çiçekler ve meyve ağaçlarıyla bezeli otelin odasına kendimi bir pelte gibi atıvermiştim.
Sabahleyin erkenden prodüksiyon amirimizin; davul, zurna seslerini aratmayan çığırtkanlığıyla ancak uyanabildim. Bir şamata, gürültü-patırtı sorma... Sanki alarm verilmiş... Geç kalma telaşı, herkesi ayağa kaldırmıştı. Rutin koşuşturma; duş, giyinme, kahvaltı ve arabalarda toplanma... Her şey oldukça seri, askerî bir disiplin içinde gerçekleşiyordu.
Hazırlığımı yapıp arabama doğru yürürken, çekimini yaptığımız filmimizin son sahnelerine geldiğimizi, çoğunun gidip azının kaldığını düşünüp keyifleniyordum;
"Zaman ne de çabuk geçiyor" dedim. Filme ilk başladığımızda; "acaba biter mi?" diye endişe ve korkular taşırken şimdi finali oynuyorduk. “Elhamdülillah!"
Her filmin son sahnelerini çekerken heyecanımız bir başka oluyordu. Âdeta bayram günü gibi. “Evet, bugün bizim için bir bayramdı! Lâkin, acaba hangi ve kaçıncı bayram?" diyerek koltuğuma oturdum, keyifle etrafı seyrettim. Oyuncularımız ikişer, üçer gruplar hâlinde otobüslere doğru yürüyordu.
Cadde boyunca sıralanan irili ufaklı bakkal, manav, nalbur, terzi, berber dükkân sahipleri ve çalışanları hep dışarıdaydı. Buralara belki de ilk defa gelmiş ve önlerinden geçen bu perdeden ve ekrandan tanıdıkları sanatçı taifesine gıptayla karışık, hayranlıkla bakıyorlardı. "Yeşilçam" dünyasının temsilcileri, her yerde pek mühimseniyordu. Onlar için bir daha ele geçmez bu tablo, hakikaten seyre layıktı. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...