"Efendim, film setlerinde, iyi kötü birçok hâdisenin şahidi oldum. Canımı sıkanları, beni üzenleri yazmadım..."
Erol Sevdi abim, film setlerindeki hatıralarımı yazdığımı ve arz ettiğimi duymuş. Durmadan telefon ediyor: "Çabuk gel bana da anlat! Bizzat birinci ağızdan duymak istiyorum..." Çok ısrar edince genel müdürümüzün çağırdığı bir gün ona da uğradım. Odasına girer girmez, ellerini ovuşturarak:
- Değil mi Ragıp'cığım, aynı mesele?
- Maalesef, hayır!
- Şimdi Resul Abimizin, senin büyüklerimizi ağlatan yazdıklarını merak edip sormadığını mı söylemek istiyorsun?
- Başka şey sordu.
- Daha mühim ne olabilir?
- Bilmem, hesap sordu!
- Nasıl, ne hesabı?
- Şikâyet edilmişim. O da haklı olarak üzülmüş. Arkadaşların birbirleriyle iyi geçinmesini istiyor tabii.
- Hımmm! Şikâyetin nereden olduğunu anladım. Bana da bahsetmişti biraz. Her neyse gelelim sadede. Eee?
- Efendim, film setlerinde, iyi kötü birçok hâdisenin şahidi oldum. Canımı sıkanları, beni üzenleri yazmadım. Hattâ öyle şeyleri imâ edecek herhangi bir işaret dahi...
- Onların nimet olduğunu biliyorsun Ragıp. Üzüntüler olmasaydı o zaman korkacaktın!
- Tabii Erol Abi'm, işin ehemmiyetinin farkındayım.
- Ya diğerleri?
- Bu film boyunca karşılaştığım hâdiseleri oluş sırasına göre birkaç A4 kâğıdına yazıp arz etmiştim.
- Aynı sıraya göre anlat ki ben de aynı heyecanı duyayım.
- Lütfen Erol Abi, abartmayalım! Ben safça yaşadıklarımı yazdım o kadar, çok da büyütülecek şeyler değil. Ama büyüklerimiz hassas oldukları için memnun olmuşlar, sevinç gözyaşları akıtmışlar. Biz de onun için huzurluyuz. Kötü bir şeyle değil de, iyi haberlerle, pek kıymetli zamanlarını meşgul ettiğimiz için...
- Eee...
- Rumeli Kavağı Feneri yakınlarında filmin en kalabalık sahnelerinden birini çekecektik. Günlerce hazırlık yaptık. Uygun mekânı bulduk, jandarma, emniyet, belediye ve diğer resmî kurum ve kuruluşlarından müsaadeleri aldık.
- İşin o tarafını bizler hiç hesaba katmıyoruz. Çocuklara para veriyoruz, adamlarını alıp bir köşede çekim yapıp geliyorlar sanıyoruz. “Uzaktan gazel okuma” herhâlde buna derler.
- Estağfirullah! Otobüs ve kamyonlar kiralandı. Yüzlerce figürasyonla anlaşıldı. Öğlen, akşam yemek siparişleri verildi. O döneme ait büyük bir pazar yeri sahnesi çekilecek. Cambazlar, sihirbazlar, kılıç kalkan oyuncuları, pehlivanlar, ağzından alev püskürtücüler, satıcılar, her yaştan ve cinsten, döneme ait kıyafetler giyinmiş halk... Kimi satıcı, kimi alıcı vs. Sabah namazını müteakiben araziye taşındık. Her şey tamam lâkin hava öyle kapanmış ki ortalık zifiri karanlık. Saatler ilerliyor, güneşin doğacağına dair hiçbir işaret yok. Oyuncular, o kadar figüran homurdanmaya başladı:
"Kardeşim ne bekletiyorsunuz? Hava ha yağdı ha yağacak!”
"Bugün çekim olmaz!"
Sebep yokken ağlama!
Karaları bağlama!
Öyle zengin değilim,
Bana gönül bağlama!
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...