Kız, neden sonra kendini toplayıp:
- Affedersin! Uslu çocuklar, kibar efendiler fen, edebiyat kitapları okur; İngilizce, Fransızca öğrenirler... Sizin ne işiniz olur aşk-meşk romanlarıyla... Sonra ne anlarsınız ki... Ben de deveye hendek!..
Sözünü kestim. Bu kelimeye çok öfkelenmiştim:
- Bak kardeşim, senin benden ne alıp vereceğin var bilmiyorum? Bunları niçin konuşuyor asabımı bozuyorsun? Onu da bilmiyorum! Ben köylüyüm, hâlimden de memnunum. Sizin şehirli anlayışınız, tercihleriniz beni hiç de alakadar etmiyor! Şunu unutmayın bu mânâda hiçbir zaman şehirli olmayacağız! Şimdi siz Avrupai düşünüyor ve öyle bir hayatın hasretiyle yanıyor olabilirsiniz. İçinden çıktığın toplumun kıymetlerini, güzelliklerini göremiyorsanız ben ne yapabilirim? Başka memleketlerin bize yabancı şeylerini, daha açıkça söyleyeyim bütün pisliklerini severek, isteyerek öğreniyor ve yaşıyorsunuz. Onlara benzemek istedikçe, kendi özünüzden, şahsiyetinizden, yüksek ahlakınızdan uzaklaşıyor, bizlerden nefret ediyor, hakikaten mutluluktan da uzak, mahrum kalıyor, zayi oluyorsunuz! Size ve sizin gibilere acıyorum biliyor musun?
Bozuntuya vermeden yine güldü:
- Ya, öyle mi? Bu renkli hayatı bırakayım... Sevdiğim şeyleri okumayayım. Sonra bir hapishaneden beter olan bu sıkıcı dünyada, okulda, evde yalnızlığın içinde delireyim mi? Dostlarımla oynuyor, eğleniyor, hayatın tadını çıkarıyorum.
- Hayır! Sana öyle geliyor! Eğlenmiyorsun! Dost bildiklerin seninle, kedinin fareyle oynaması gibi oynuyor, keyifleniyorlar!.. Biraz aklın, izânın varsa gözlerini iyi açar, hakikatleri görürsün, ne demek istediğimi de anlarsın!
- Peki, ne yapmamı tavsiye edersiniz ey yüce bilge adam?
- Her fırsatta iğnelemeden, aşağılamaktan ne zevk alıyorsun bilmem ki?
- Buna alınganlık denir... Hâlâ tavsiye bekliyorum…
- !!!
Öyle ya, nasıl bir hayat tavsiye edebilecektim bu modern kıza? Düşünmeye başladım; evet, ne yapsın? Dünyanın çivisi çıkmış, her şey altüst olmuştu. “Başıma iş açmadan bu mevzuyu kapatmalıyım” diye düşünerek sustum. Babası karakol komutanıydı. Beni bilerek konuşturup açığımı mı yakalamak istiyordu? Ya konuşulanlardan idareye bahsederse, bana iftira atarsa, kendimi nasıl müdafaa edecek, savunacaktım?
Dedelerimizin, babalarımızın zamanında hayata bakış farklıydı. O devirde herkesin ayrı dünyaları vardı. Şimdi her şey birbirine karıştırılmış… Koca mektebin kuytu bir sınıfında bir kızla bir erkek hayata dair her şeyi konuşabiliyordu!..
Avrupaî olma isteği, bulaşıcı bir hastalık gibi içimize girmişti bir kere… Dudaklarımızda sahte gülücükler, yalan ifadeler, yanlış yönlendirmeler, iftira, karalama, zulüm, maddi ve manevi işkence had safhaya çıkmıştı. Nerede o eski hanım hanımcık kadınlarımız, kızlarımız? Örtüleri parçalamış, ellerini bir mücevher gibi bezeyen kınalarımızın yerini ne olduğu belli olmayan süsler almıştı... DEVAMI YARIN