Son zamanlarda sulu göz biri olup çıkmıştım...

A -
A +

Sıcak bir yaz sabahı çivit mavisi gökyüzünün altında ahiret yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyordum. 

 

 

 

Sözüm değil yabana, kötü işler yapana,

 

Nasıl hayret edilmez, para pula tapana?

 

Can feda canım kurban, doğru yola sapana!

 

   Su gelir gümbür gümbür, deresi var, arkı var,

 

   Vurup kırıp yakanın, zalimden ne farkı var?

 

 

 

Sâlihleri ara bul, kadınından erine!

 

Yapacağın her işi, danış bilen birine!

 

Yüzemiyorsan eğer, sakın girme derine!

 

   Kimse açlıktan ölmez, hem de evi barkı var!

 

   Yalan dolan satanın, hırsızdan ne farkı var?

 

 

 

İyilikler ekersen, saadetler biçersin,

 

Kaba şerbet koyarsan, tatlı tatlı içersin.

 

Gün döner, devran döner, sevdiğinden geçersin!

 

   Fıldır fıldır döndüren, değirmenin çarkı var,

 

   Hak hukuk bilmeyenin, hayduttan ne farkı var?

 

 

 

HOCA düşünme yaşı, teslim oldum dersen gel!

 

Zehirle pişen aşı, bal olarak yersen gel!

 

İyice pişman olup "tövbe ettim" dersen gel!

 

   Dünya küre olsa da, hem Garbı hem Şarkı var,

 

   Hile tuzak kuranın, şeytandan ne farkı var?

 

                    ***

 

     HAKİKATEN DELİ OLAN KİM?!..

 

Bağdat çevresindeki ak koyunların yününden yapılmış hırkam çok eskimiş, bir deri bir kemik kalmış kollarımı ve kaburgalarımın sayıldığı göğsümü tam kapatmıyordu. Öyle olsa da Sultan'ımdan yadigâr cübbemi giyindim mi bütün noksanlıklarım örtülüyordu.

 

Son zamanlarda sulu göz biri olup çıkmıştım. İhtiyarlık işte. Ufak bahanelerle ağlıyordum.

 

"Ah! Bu gözyaşlarım ah! Boşuna akmıyorsun biliyorum. Azgın şeytanın hile ve desiselerine aldanmadan, kâfir nefsimin zebunu olmadan, kötü insanların tuzaklarına düşmeden Allahü teâlânın vermiş olduğu ömrü, yine onun razı olabileceği şekilde tamamlayamama derdindeydim. Eski kıyafetler içinde çoğu insan tarafından da pek arzu edilmeyen bu hayatımdan muzdarip olduğumdan değil, akıbetimin ne olacağını bilememeden dolayı gözlerimden dökülen yaşlara mâni olamıyordum...

 

Sıcak bir yaz sabahı çivit mavisi gökyüzünün altında ahiret yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyordum. Üzerimden geçen bunca senenin binbir belâsından kurtulacaktım. Kurtulacaktım da ahir ve akıbetim nasıl olacaktı? Olanca parlaklığı ve canlılığıyla seyredenleri hâlâ hayretler içinde bırakan bu dünya beni benden almış MECZUP etmişti… “Yeter üstüme güldürdüğüm!” deyip kaçınılmaz akıbetimi beklerken ağlamamak mümkün değildi. Titreyen kollarıma, ayaklarıma baktım. Hayret! Ne kadar da değişmiştim! Bilhassa yüzümde, vücudumda olan büyük değişiklikler onca senelerin zor, bir o kadar da zahmetli hayatın eseriydi. Bu derece değişeceğimi nereden ve nasıl tahmin edebilirdim?..

 

Bugünü bir yana bırakmış, oturduğum yerde dirseklerimi dizlerime dayamış, parmaklarımla saçlarımı okşuyor, karşımda hâlâ sessiz sessiz çağlayan etrafı envâiçeşit ağaçlarla bezeli Dicle vadisinin güzelliğini seyrediyor, sanki ilk defa görmüşüm gibi de hayretler içinde kalıyordum… “Bir daha görmeyeceğim hissi içindeydim. Bunlar son bakışlarım olmasın!” dedim, dakikalarca o durumda kaldım. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.