Tarifsiz bir acıyla kıvrandım, sanki aklım başımdan gitti!

A -
A +

Bir yağız delikanlının çektiği kâğıt ve hırdavat yüklü tahta araba, karşı istikametten üzerime üzerime geliyordu.

 

 

 

Güneş bir ateş topu gibi bakır rengi bulutların arasından süzülüp gri apartmanların, mor kubbelerin, ak minarelerin üzerinden şefkatle okşar gibi, sımsıcak kayarken kafam birçok sualin çözümü ile meşguldü... Hedefime kilitlenmiştim yine. Sanki hiç bitmeyecek uçsuz bucaksız sokaklarda âdeta koşturur gibi oldukça süratle yol alıyordum.

 

Bir yağız delikanlının çektiği kâğıt ve hırdavat yüklü tahta araba, karşı istikametten üzerime üzerime geliyordu. Onlardan kaçayım derken kaldırımdaki, lalettayin atılmış bir çembere takıldım. Attığım adımlar daha büyük, çember daha dar olduğundan tuhaf bir hâl oldu. Sirklerde hayvanları yatırmak için kullanılan düzenek gibi beni tökezletti. Dizlerimin ve iki elimin üzerine çok şiddetli bir şekilde düştüm. Tarifsiz bir acıyla kıvrandım. Sanki aklım başımdan gitti. Beynimde şimşekler çaktı. Bu hâlimi gören bir genç koşarak imdadıma yetişti. Dağılan eşyalarımı topladı. Ayağa kalkmama yardımcı oldu:

 

- Bir şeyin var mı? Geçmiş olsun.

 

- Ah! Allahü teâlâ razı olsun kardeşim.

 

- Sizden de…

 

- Görünmez kaza derler ya… Biraz ileride masumane duran belli ki bir mağazanın kolilerinde sökülüp atılmış çemberi gösterdim.

 

- Hiç olacak şey mi? Kendi hâlimde yolda yürürken bir çembere ayağım takılsın. İki ayak da o çemberin içine girsin ve seni düşürsün...

 

- Oluyor be abi… Tekrar “büyük geçmiş olsun” diyen gence teşekkür ederek ayrıldım. Ayrıldım ama dizlerim ve avuç içlerim fena acıyordu. Kumlar, saçma taneleri gibi avuç içi tabanlarıma gömülmüştü. Dizlerim hakeza... Pantolonun yerle temas eden kısımları âdeta çürümüş gibiydi. Kimseye belli etmeden bir kenara çekildim biraz soluklandım. Üstüm başım toz-toprak olmuştu. Acelem vardı. Elbiselerimi silerken güneşin battığı tarafa dönüp elimi siper ederek baktım. Kendi kendime;

 

“Efendim, yoluna devam et, gördüğün gibi kırık yok, çıkık hiç yok, meraklanacak bir şey de yok demektir, elhamdülillah. Yalnız pantolonun giyilmeyecek durumda o kadar. Hadi aslanım doğru yolundan, hayırlı işinden dönme. Şeytana alet olma, o lanetlinin tuzağına düşme!" diyerek nefsimi teskin ederek yürüdüm, ilk köşeyi döndüm. Akşam güneşiyle bir ayna gibi parıldayan camekânların önünden biraz aksayarak geçerken yansıyan görüntüme baktım. Saçlarım dağılmış, ceketimin kollarında hâlâ toz izleri vardı. Parmaklarımı tarak yaparak saçlarımı düzelttim. Elbiselerimin görünen tozlarını silerek yürüdüm.

 

 

 

Ne bu sıkıntı aman?

 

İşleriniz çok yaman,

 

Daha fazla uzatma!

 

Kurtuluşun ne zaman?

 

 

 

Bugün, gazetedeki rutin işlerimi bitirdikten sonra halkla münasebet hizmetine katılacaktım. Öyle de yapmıştım. Ağır, mesuliyetli bir işe başlamadan önce hayır-hasenat yapmam, sadaka vermem ve müesseseme, insanlara faydalı olup duâ almam lazım geldiğine bütün kalbimle inanıyor ve mümkün olduğu kadar da tatbik etmeye çalışıyordum.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.