"Tövbe de, o nasıl laf evladım?"

A -
A +

Oldum olası Dicle vadisini, muhtelif ağaçların bulunduğu bir ormana benzetiyordum.

 

 

 

Şiddetli bir ağrıyla uyandım. Bu durumlarda yapılabilecek ilk şeyin yaralı yerin suyla yıkanması olduğunu duymuştum. Kırbayı açtım, yılanın ısırdığı yeri bol suyla yıkadım. Ayağımı kalp hizama kadar çektim bir müddet bekledim. Ağrılarım biraz hafifler gibi olunca da develerimi topladım eve döndüm. Can anacığım yüzümdeki ifadeyi görünce: “Ne oldu sana evladım?” dedi. Ben de muziplik olsun diye “Öldüm, dirildim...” dedim. Bu sözümü duyan anacığım "Ağzından yel alsın oğlum! Tövbe de, o nasıl laf?" diye payladı...

 

Anam öyleydi de babam değil miydi? Hatta dedem, ninem… konu komşu da kıyamazdı… Çünkü ölmüş olan bir daha dünyaya geri dönmeyecekti, yani gittiği yerden gelmeyecekti. Düşünen için ne hikmetleri vardı? Onun için kimsenin gönlü, dili razı olmuyordu bunu demeye. Herkes bir kurtuluş, bir dönüş ümidinin cılız esintisiyle gönlünü serin tutmaya çalışıyordu. Vefat edenlerimiz ise hiç aklımızdan çıkmazdı. Dedem vefat ettikten sonra "Dün akşam rüyamda gördüm..." diye kalkıyordu sabahları ninem...

 

Oldum olası Dicle vadisini, muhtelif ağaçların bulunduğu bir ormana benzetiyordum. Su, bereketli toprak ve yeteri kadar sıcaklık olunca ne düşse coşarak büyüyordu bu mümbit arazilerde. Maziyle hemhâl olmaktan kurtulmam için birinin beni ikaz edip uyandırması lazımdı. Yine öyle oldu. Bana en yakın ağaçlardan kopup yükselen karga çığlıklarına irkildim, hayallerimden koptum. Baktım, uçmaya hazır bir karga yavrusu, biraz ilerime düşüverdi. Bir sürü karga da onun etrafında, yarı kanatlarını açarak bağrışıyorlar. "Demek beni düşman olarak gördüler ki, yavrularını emniyete alıyor…” diye düşündüm gayr-i ihtiyari. Kısa bir hareketle, bulunduğum yerden, onların rahatsız olmayacağı bir köşeye çekildim. Ne yapacaklarını pek merak ediyordum. Başka taraflara baksam da bir gözüm üzerlerindeydi. Bıkmadan usanmadan seyrettim. Ana mı, yoksa babaları mıydı? Tam tahmin edemiyordum ama yavrularını uçmaya alıştırdıkları aşikârdı. Defalarca kısa bir mesafeye uçtular, yavruları cesaret edip peşleri sıra gelemeyince ortalığı velveleye veriyorlardı. Uzun müddet, yavru karganın etrafında bağrışarak onu kuru bir kütüğün üzerine çıkmaya mecbur ettiler. Sonra hep beraber uçup uzakta bir dala kondular.

 

Daha önce de buna benzer hadiselere şahit olmuştum. Kuşlar öyleydi de diğer hayvanlar öyle değil miydi? Kedicikler, eniklerini ağızlarında taşıyorlar başlarına bir hâl gelmesin diye, tavuklar civcivlerinin yanında âdeta pervane... Her biri destansı muhabbet örneği… Rabbimizin kudret ve kuvvetini anlamak için ibretle bakmak kâfi…

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.