Yıldırım Han, neden sonra hayallerinden kurtulmuştu

A -
A +
“Dönüşü olmayan bir yoldayız Emir’im! Bizler fâniyiz! Bugün var, yarın yokuz…"
 
Zümrüt yeşili çayırlarda papatyalar misali öbek, öbek dağılmış koyunlarını otlatan genç çoban olup bitenlerden habersiz köpekleriyle sağa sola koşuşturuyor, yarışıyor, sürüsünü otlatıyordu neşeyle.
“Şu çobana bak Emir’im! Ne derdi var ne kederi!”
“Sultanım bu kadar müteessir olmayınız.”
“İçim yanar Emir’im içim!.. Topraklarıma girmiş Timur durmadan ilerliyor. Buna dur diyecek biri olmalı. Söyle benden başka biri var mı?”
“Hünkârım! Lâkin!”
“Emir’im bu işin lâkini yok! Sivas gibi şehrim, Ertuğrul gibi oğlum gitti!”
“Fakat!”
“Ateş düştüğü yeri yakar Emir’im!”
“Sultanım sabredin. Yalnızca Hak teâlâ Hazretleri’ni düşünün. Onun habibi Muhammed aleyhisselâmın çektiği sıkıntıları düşünün…” Emir Hazretleri, balta girmemiş ormanı andıran yüksek ağaçlara bakarak tam diyeceğini diyemedi, sustu. Sessizliği Padişah’ın inleyen sesi bozdu.
“Konuşun Emir’im! Söyleyin, sizi dinlemek öyle güzel ki!”
“Hakanım, sıkıntınızın farkındayım ama... Sabır kadar güzel bir şey de yok malûmunuz...”
“Gayrı ok yaydan çıktı Emir’im!.. Anla beni Emir’im! Benim işim cenk, seninki irşâd. Topraklarıma girmiş biri var! İmdât diye feryad-ı figân eden halkım var! Sen sabretmemi istersin!..”
“Ey muhterem pederim, biz dahî ara bulmada Timur Han’la görüşebiliriz, müsaade ederseniz.”
“Bu görüşme neyi halledecek? Ertuğrul oğlumu geri mi getirecek? Halkımın çektikleri sona mı erecek?”
“Sözüm şudur Sultanım. Timur Han, tâ Asya’da ucunu tuttuğu, izini sürdüğü Hurufîlik fitnesini yok etmek için Anadolu’ya kadar gelmiştir.”
“Timur’un kendi isyancılarına karşı Asya’da tutuşturduğu ateş, benim yüreğimi yakıyorsa ve dahi yurdumdaki ayrılıkçı beylerin işine yaradıysa, demezler mi ki: -Yâ! Yıldırım bu ateş ne ola?”
“Hünkârım fitneciler boş durmuyor...”
“Biz de durmayacağız Emir’im, biz de... Bu devran döndükçe, bu savaş kaderimizde varsa ve dahi emri hak vaki olursa vasiyet ederim ki; evlâtlarımdan Çelebi Mehmet devletin başına getirilsin!”
“Sultanım!”
“Sözünü kesmek zorunda kaldığım için kusura bakma...”
“Estağfirullah!”
“Dönüşü olmayan bir yoldayız Emir’im! Bizler fâniyiz! Bugün var, yarın yokuz… Mühim olan devlettir, millettir. Ben sana olan hakkımı helâl ettim, sen dahi helâl et!”
“Helâl ettim Sultanım!..”
Bu bir vedalaşma mıydı? Ebediyen ayrılıkların olacağının habercisi konuşmalar mıydı? Onu zaman gösterecekti elbette. Fakat herkesi içten içe yakan acı haberler istikbâl hakkında hiç de hoş olmayan şeyler fısıldıyordu kulaklara.
Yıldırım Han, neden sonra hayallerinden kurtulup doğruldu. Emir Sultan Hazretleri’ne atına binmesini rica etti. Kendisi de delikanlı çevikliğiyle kıratının sırtına atlayıverdi bir çırpıda. Beklenmedik bir şekilde atını şahlandırarak sürdü geldikleri yolları tozu dumana katarak… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.