Vekâlet savaşlarıyla; ısmarlama kuvvetlerle belki küçük galibiyetler elde edilebilir. Fakat zafer hele şanlı zaferler kazanılamaz. Şanlı zaferler, para-pul hesabı yapmayan; “vîrân olmayası hânede evlâd-u iyâl var!” demeyen gözü pek, yüreği korku tanımayan Allah erleriyle kazanılır. İtikad sapmasına uğramış Haşdî Şâbîlerle, Hizbullahlarla, Husîlerle yapılacak Siyon mücadelesi bu kadar olur. Üstelik sarih şekilde görünmekte ki bundan böyle adı geçen taşeron güçler de Tahran’a inanmakta zorlanacaklardır. İran’ı çözülme beklediğini söylemek için dâhi olmaya hacet yok. Havaî fişek gibi atılan gece şenliği füzelerle bir dâvâ inşâ edilemez. Bu sözde hesap sormalar, güyâ intikam hamleleri, saldırgan taraf için mazeret ve mukabeleye gerekçe sebebi olduğu için soykırımcı katil Siyonistlerle İsrail destekçisi devletlere yaramaktadır.
İran’ın her şeyden evvel bir nefs muhasebesine ihtiyacı vardır. İsrail, İslâm deryasında nasıl ki suya düşmüş eski-püskü bir postalsa İran da aynı derya üzerine dalgalarla sallanan yıpranmış karpuz kabuğudur. Kur’ân-ı kerîmin mutlak hükümleri, Sevgili Peygamberimizin -aleyhi’s selâm- “birlikte rahmet, ayrılıkta ise azâbı ilâhî vardır” yüce buyrukları, göz önündeyken İran’ın Şia saplantısıyla Hazreti Ali hariç diğer Halifelere, bir kısım mübarek sahabeye, kıyamete dek gelecek mü’minlerin annesi Hazreti Aişe’ye hakaret etmeye hakkı olamaz. Bir bölen olamaz. İsrail, siyonizm ile ırkçılık yaparken beri tarafta da Şia ile İslam önce Fars hasretiyle başka bir ırkçılık yapılamaz. İsrail’in “Arz-ı mev’ud”u bölge için nasıl endişe verici bir tehlikeyse vekâlet unsurlarla örülmeye çalışılan Şiî Hilâli de bölgemiz için o denli tehlikedir.
Adında “İslâm Cumhuriyeti” geçmekle bir devlet bu vasfı kazanamaz. İran, İslâmı, Şia yoluyla Fars ırkına malzeme yapma ve bunu da ihraç etme yanlışını görmelidir.
ABD ile “Birleşik Krallık” kepenkli İngiltere başta olmak üzere sömürgeci devletlere de söyleyeceklerimiz var:
Yaşanan şu yüz karası gidişatı, 6 asır boyunca Topkapı Saray-ı Hümâyunundaki Adalet Kulesi’nden yeryüzünü gözleyen vicdan ve insaf sahibi nesillerin torunları düzelteceklerdir. Son tarih, 26 Ağustos 2071’dir.
Düşmanın merhamet ve inâyetiyle yaşanmaz. Katlanılsa bile o, hayat değil; zillettir. Bu itibarla asla karamsar olmamalı. Biz, 10 asır evvel bile Endülüs’teki El-Hamra Sarayı’nın kapı ve pencere kanatlarına “lâ galibe illallah” ilâhî fermanını nakşetmiş bir ümmetiz. Hatırdan çıkarmamalı ki biz Türkler, on birinci asırdan bu yana bu dinle bu ümmete hizmet sancağını taşıma şerefine kavuşmuş ve bu uğurda yaşamış ve ölmüş bir soylu milletiz. Siyonist azgınlıklar ve haçlı gözdağlarından dolayı kat’iyyen karamsar olmamalı. Malumdur ki sular, bulanmadan durulmaz. Kimse yanılmasın; III. Dünya Harbini değil, I. Dünya Harbi’nin devamını yaşıyoruz. Nihâyetinde Harb-i Umumî’nin defterleri açılacak, haritalar masaya yatırılacaktır. Türkiye, vakt-i merhunda, seçilmiş gün ve kutlu ânı geldiğinde “yâ Allah!” diyerek doğrulacak, Mehmetçik “yektir Allah, yek!” diye jetin bomba atan düğmesine basacak, Filistin Cephesinin yarım kalmış, Kût’ül Amâre’nin gasbedilmiş hesabı görülecektir. Ankara, millî irâdenin verdiği kararla düveli muazzama adlı zorbaların bir asır önce Osmanlı Türkiye’sinden apardığı haklarımızı istirdat edecek, kanırta kanırta hakkımızı alacaktır.
Nil, Mekke, Medine, Gazze, Filistin, Lübnan, Şam, Fırat, Kerkük, Şarkî Türkistan, Ahıska, Kırım, Galiçya, Gümülcine, Bosna, Kosova, Tiran, Girit, Trablusgarb, Rodos, Kıbrıs ve Kudüs diye dâvâmız olacaktır.
Şu dediklerimiz, bâzı kimselere yabancı gelebilir. İzzeddin el Kassam Tugayları’nın meşrû müdafaa hakkını kullandığı 7 Ekim 2023 Akşamı bir TV’de yaptığımız konuşmamızdan başlayarak bugüne dek bir yıldır Gazze, Filistin ve bölgemize dair yazdıklarımız da belki yadırganmıştı. Şükrân-ı nîmet olarak ifâde ediyoruz ki Gazze’ye, hudutlarımıza, İsrail’in ileriye dönük niyetine… dair ne söylemiş isek onların hepsi, 1 Ekim 2024 günü saat 15.00’te Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan tarafından TBMM Kürsüsünden seslendirilerek millî şuura dâhil ve tescil edildi.
Dediklerimizin yadırganmasını çok görmüyoruz:
Köhne ideoloji, ecdad mirası olan bir asır önceki vatan topraklarını hayal etmemizi bile bu memleketin has evlâdlarına çok gördü. İsrail’in Gazze’yi enkaza çevirdikten sonra Lübnan’a saldırıp burayı da yakıp-yıkmaya başlaması üzerine İstanbul’da bir Yahudi tapınağında toplanıp işgal ve katliamı 10. Yıl Marşı ile kutlayanlar, köhne ideolojinin devamıdır. Ecdatla aramızdaki imân ve mirâs köprülerini uçuranlar, düne dair her şeyi yok sayıp karalarken Yahudiler, 5 bin yıl evvel kovuldukları toprakları “Arz-ı mev’ud” yalanıyla yeniden vatan yapmayı vazgeçilmez gâye edindiler. Bunun için soydaşlarını Filistin’e çektiler. Vadedilmiş topraklar, Arz-ı mev’ud için gece gündüz çalışarak yerkürede Ticareti, Teknolojiyi, Parayı, Medyayı, Sinemayı, San’atı, Edebiyatı… İnsanı kasasıyla, kalbiyle ve fikriyle tesirine alacak ne varsa onların sahibi oldular.
“Ben Müslümanım” deyip de bir Siyonist kadar gayret sahibi olamayana, gittiği nâfile haclar, fazladan umreler, hoşça vakit geçirdiği sahil tatilleri ile hayatından son derecede memnun olanlara ve yurt dışı turizm zevkleriyle gamsızca yaşayanlara gelince…
Asla şüphe yok ki herkes, bir gün istese de istemese de yaptığı ve yapmadığıyla hesap verecektir. Hesaptan sonraki ilâhî hükmün temyizi olmayacak, fakat adalete aykırı bir yanlışı da olmayacaktır.
Tercih, insanın kendisine kalmış:
İster gam sahibi, istersen nam sahibi olur!..
Rabbim razı olsun muhterem Efendim. Hissiyatımıza tercüman olmuşsunuz.
"Fitne uykudadır,uyandırana Allah lanet etsin." hadis-i şerifi,fitnenin tehlikesini,fitneye sebep olmanın haram olduğunu bildirmektedir.Fitne çıkarana bir zarar gelmese veya o bu zarara razı olsa bile,söylenen o sözle,yapılan o hareketle müslümanlar zarar görürse,vebali ağır olur.(dinimizislam.com)
Sagolun hocam, inşallah dediğiniz gibi olur,amin
Teşekkürler Rahîm bey Bugünkü yazınızı okudum.cok istifade ettim.sagolun
Muhterem Rahim abiciğim yüreğine sağlık.