Konstantiniyye, daha doğrusu Bizans, ondan da doğrusu Şarkî Roma, tarih boyunca 32 kez muhasara edildi. Emeviler ve Abbasiler de kuşatma yaptılar. Müslüman Türklerse 6 defa fetih teşebbüsünde bulundular. Bunların 4’ü Yıldırım Bayezıd Han’a, biri oğlu şehzâde Musa Çelebi’ye sonuncusu da tarihin, şerefli adını "Fatih" diye zaman siciline kaydedeceği Murad Han oğlu Mehmed Han’a aittir.
Doğu Roma İmparatorluğu’nu "ya Konstantiniyye beni alacak veya ben Konstantiniyye’yi alacağım!" diyerek kararlı tavrıyla fetihten önce kuşatma muhalefetini indiren genç Padişah, aşılmaz çelik iradesiyle hasretten hakikate koşarak fethi yakalamış, karadan gemiler yürütmüş ve bu topraklara ve bu semâya ebed-müdet olarak Müslüman Türk mührünü nakşetmiştir.
Ordumuzun Fatih komutasında 6 Nisan 1453’te başlattığı muhasara, 29 Mayıs 1453 günü zaferimizle nihâyetlendi. 4 bin şehid verdik. Düşman da yiğitçe dayandı. İmparator dâhil, 18 bin kayıpları oldu ve nihâyet Bizans düştü…
Konstantiniyye, Dersaadet oldu…
Şarkî Roma’yı fethetme şânını 21 yaşındaki genç bir Sultanla onun îmânlı ve gözünü budaktan sakınmaz cesur ordusuna borçluyuz.
Bu kesinlikle böyle …
Ancak:
Şarkî Roma İmparatorluğunu tarih sahnesinden silip adına bugün "İstanbul" dediğimiz Payitaht’ı inşâ etmemizi borçlu olduğumuz asıl muhteşem irade bir başkadır. Kahramanlar kahramanı Sevgili Peygamberimiz -aleyhi’s selâm- Medine’yi müşrik saldırısına karşı korumak için Hendek Harbi hazırlığındayken "le tüftehann’el-Konstantinîyyeti fele ni’mel emîru emîruhe, vele ni’mel ceyşü zâlikel ceyş/Konstatiniyye, elbette fethedilecektir. O’nu fetheden komutan, ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerlerdir!" Buyurdular…
Zamanı, mekânı ve ufukları aşan bu kutlu muştu verilmemiş olsaydı devrin coğrafyası için çok uzaklardaki Şarkî Roma İmparatorluğu, bir fetih hasreti olarak muhtemelen Sultanların rüyalarına girmeyecekti. Peygamberler Peygamberi, Şarkî Roma’nın fethini bir Kızılelma olarak işaret buyurmasalardı burası Müslümanlar için Kafdağı’nın ardı gibi görülecek ve bir câzibe merkezi olmayacaktı. Hâlbuki Peygamberin mübarek sözlerinde billurlaşan müjdedeki "güzel emir", "güzel asker" takdirleri, her Müslüman komutan ve her Müslüman asker için gâyelerin gâyesi olmuştur.
Şöyle de denebilir:
-En son ve en üstün Peygamber, Doğu Roma’nın fethine dair bu kutlu tebşiri yapmasalardı, burası İslâm emirleri için dalından koparılması gereken bir Kızılelma olmayacaktı…
Şu var ki; Şarkî Roma’nın alınmasıyla fetih çemberi tamamlanmadı. Kâinatın Peygamberi, Şarkî Roma’nın fethini işaret buyurdukları gibi Garbî Roma’nın, bugünkü İtalya’nın fethini de işaret buyurmuşlardır. Vakti erince Doğu Roma alındığı gibi akreple yelkovan üst üste geldiğinde bugünkü Roma da fethedilecektir. Bu da öyle inanıyoruz ki "Allah tektir, Ordusu Türk’tür!" vecizesinde kendini bulan gerçeklik gereği biz Müslüman Türklere kısmet olacaktır.
Bizans’ı devirip Payitaht yapmasaydık ne olurdu?
Bütün zamanların sorusu budur ve cevabı çok hayatî ve çok kıymetlidir:
Osmanlı, Türkiye Selçuklu Devletinin en küçük uç beyliği iken zamanla gelişip büyüyerek Doğu Roma İmparatorluğuna son verecek kudrete erişti. Bunda Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye verdiği öğüdün devleti idare edenlerde hayat tarzı hâline gelmesi öncelikli unsurdur. Bu üslub, bu hayat tarzı ve sarsılmaz imân ve tevekkül ile ordular koşturulup surlar aşılmıştır. Şanlı Peygamber, Konstantiniyye’nin fethini işaret buyurmasalardı; Osmanlı devlet yönetimi, ulema ve evliya eliyle örsteki kızgın demir gibi şekillendirilmesiydi, İstanbul, fethedilmiş olamazdı. O zaman, Devlet-i Âliyye, orta çaplı bir devlet olarak kalır, imparatorluk denen Cihan Devleti çapına, Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye-i Muhammediyye katına eremez ve öteki Türk devletleri gibi ortalama olarak 2 yüz yıl kadar yaşar ve tarih sahnesinde kaybolurdu.
Tarihteki talih ve kader ânımız, Şarkî Roma’yı alıp İstanbul yapmamızdır. Böylece 3 kıtaya hükmettik, yeni bir nizâm-ı âlem kurduk. Dünyayı adaletle tanıştırdık.
Türk milletinde her vesileyle görülen o yüksek cesaret, ecdadımızın bize her alanda bıraktığı muazzam mîrâsın mahsulüdür.
Konstantiniyye’nin alınıp İstanbul yapılması bir başlangıç oldu. Kahraman Peygamber, hem de en zor bir zamanda O’nun fethini işaret buyurmasalardı, bunların hiçbiri olmazdı.
Bu şehrin değeri, isminin kelime olarak o mübarek ağzından dökülmüş olmasından gelmektedir.
İstanbullu olmak, bir haslettir.
Ancak:
İstanbul’da yaşamak, İstanbullu olmak demek değildir. İstanbul’u hiç görmediği hâlde Anadolu’da nezâket ve terbiyesiyle nice İstanbullu olduğu gibi dedesi bile İstanbul doğumlu olduğu hâlde bu şehirde nice İstanbullu olmayan var!
Rahim Er'in önceki yazıları...